Kurucusu Cengiz Han’ın torunu Hülâgû’dur. Moğol Büyük Hanı Mengü (Möngke) 1253 yılında kurultay kararı ile kardeşi Hülâgû’yu İran, Irak, Suriye, Mısır, Kafkasya ve Anadolu’yu ele geçirip buraları kendisine tâbi bir “ilhan” (il+han “bölge hükümdarı”) olarak idare etmek üzere görevlendirdi. Bu suretle başşehri Tebriz olmak üzere İran’da kurulan (1256) ve 1295 yılından itibaren tam bağımsız hale gelen devlet, Hülâgû’nun taşıdığı ilhan unvanına nisbeten İlhanlılar adıyla anılmıştır.
Mengü büyük hanlığa seçildiğinde (1251) Moğollar Yakındoğu’ya tam anlamıyla hâkim değildi ve Hülâgû’yu batıya yollarken Mengü öncelikle bunu gerçekleştirmesini istiyordu. Hülâgû yaklaşık 130.000 kişilik ordusuyla Karakorum’dan yola çıktığında planı, o güne kadar Sultan Melikşah ve Hârizmşah Alâeddin Tekiş dahil birçok hükümdarın alamadığı Alamut Kalesi’ni almak ve arkasından Abbâsî Devleti’ni yıkmaktı. Önce ele geçirdiği şehirlerde Büyük Han Mengü adına para bastırıp (1254, 1255) Moğol hâkimiyetini yaydığını, 1256’da Alamut Kalesi’nin zaptından sonra ise bastırdığı paralara kendi adını da koydurup (resim için bk. DİA, XVIII, 474, 475) ilhanlığını kurduğunu dünyaya duyurdu. 1258’de Bağdat’ı zaptederek Abbâsî hilâfetini ortadan kaldırdıktan sonra Irak, Azerbaycan ve Suriye’yi ele geçirdi; ayrıca 1243 Kösedağ Savaşı’ndan itibaren Moğol hâkimiyeti altına girmiş olan Anadolu’yu da daha sıkı biçimde baskı altına aldı. Ancak ağabeyi Mengü’nün ölümü münasebetiyle Karakorum’a gittiği sırada Ketboğa Noyan kumandasındaki ordusu Filistin’de vuku bulan Aynicâlût Savaşı’nda Memlük Sultanı Kutuz tarafından bozguna uğratıldı (3 Eylül 1260) ve Fırat kıyılarına kadar çekilmek zorunda kaldı. Böylece görülmemiş zulüm, katliam ve yıkımlarla gerçekleştirilen İslâm dünyasını istilâ hareketi Mısır ve Mağrib’e ulaşamadan sona erdi; Suriye, Filistin ve Kuzey Irak da tahliye edildi. Hülâgû öldüğü zaman (8 Şubat 1265) İlhanlı Devleti’nin sınırları Amuderya’dan Fırat’a ve Kafkasya’dan Belûcistan’a kadar uzanıyor, Anadolu Selçuklu Devleti ile küçük Ermenistan Krallığı da bağımlı devletlerini oluşturuyordu.
Hülâgû’nun ölümünden sonra yerine İlhanlı Kurultayı tarafından büyük oğlu Abaka seçildi; ancak ilhanlığı Büyük Han Kubilay tarafından onaylanıncaya kadar beş yıl süreyle resmen tahtına oturamadı. Abaka da babası gibi Budist olmakla beraber siyasî amaçlarla hıristiyanlara yaklaştı ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi; mücadelesini ise doğuda Çağatay, batıda Altın Orda ve müttefiki Memlük devletleriyle sürdürdü. Memlük Sultanı I. Baybars’ın Anadolu’ya girmesi ve Elbistan Savaşı’nda İlhanlı ordusunu yenmesi üzerine (1277) çıktığı Anadolu seferinde, Baybars’ı davet eden Selçuklu ümerâsına olan kızgınlığı sebebiyle binlerce insanı öldürtmüş, büyük dedesi Cengiz ve babası Hülâgû gibi müslümanların hâfızalarında yıllarca silinmeyen bir iz bırakmıştır. Abaka’nın İlhanlı devlet teşkilâtının kurulması ve gelişmesinde hizmeti büyüktür. Hızla yayılan İslâmiyet’e karşı atalarının âdet ve geleneklerini korumaya çalışan Abaka’nın 1282 yılında ölümünden sonra yerine kardeşi Teküder (Tekûdâr) geçti ve ihtida ederek Ahmed Teküder adıyla tanındı. Tahta çıkmasından iki yıl sonra, ilk günden beri kendisine karşı saltanat mücadelesi veren Abaka’nın büyük oğlu Argun tarafından tahttan indirilerek öldürüldü. Müsrif bir hükümdar olan Argun Han’ın taleplerini karşılayabilmek maksadıyla veziri Sa‘düddevle’nin yeni vergiler koyması ve yakınlarını devlet hizmetine alması huzursuzluklara yol açtı. Argun’un genç yaşta ölümü üzerine toplanan kurultay kardeşi Geyhatu’yu hükümdar seçti (1291). Geyhatu, Anadolu’da İlhanlı yönetimine karşı başlatılan ayaklanmaları bastırmak için yeni kuvvetler gönderdi ve başta Karamanoğulları olmak üzere Türkmenler’e ağır darbeler vurdu. Onun döneminde İlhanlı-Memlük mücadelesi devam etti. Geyhatu’nun eğlence düşkünü ve müsrif olması sebebiyle devletin malî gücü zayıfladı. Bunun üzerine Vezir Sadreddin Ahmed el-Hâlidî, Çin’deki uygulamaları örnek alarak kâğıt para bastırıp madenî paraları yasakladı; ancak bu yenilik, halktan tepki gelmesi ve ekonomik hayatta buhran başlaması sonucu dört ay sonra kaldırıldı (1294). Geyhatu Budist olmasına rağmen müslüman eşinin etkisiyle İslâm’a karşı hoşgörülü idi. 1295 başlarında Geyhatu’nun sefih yaşantısından memnun olmayan bazı devlet adamları, onun Cengiz yasasını ihlâl ettiği gerekçesiyle Hülâgû’nun torunlarından Baydu’yu tahtı ele geçirmeye kışkırttılar. 24 Mart’ta Geyhatu öldürüldü; ancak yerini alan Baydu da 4 Ekim’de yine bazı devlet adamlarının desteğiyle saltanata gelen Argun’un oğlu Gāzân tarafından öldürtüldü.
Daha önce 100.000 askeriyle birlikte müslüman olduğu için Gāzân Mahmud Han adıyla tahta çıkan Gāzân İslâmiyet’i devletin resmî dini haline getirdi. Fakat buna rağmen Anadolu’da halk daha fazla ezilmiş ve perişan edilmiştir. Çin’deki büyük hanlığa tâbi olmaktan çıkan ve sadece kendi adına hutbe okutup para bastıran Gāzân Han önce maliyeyi ıslahla işe başladı ve bunu askerî alanda aldığı tedbirler izledi. Bu maksatla kumandanlara dirlik (hizmet karşılığında belirli miktarda toprak) verdi. Posta teşkilâtını ıslah için menzilhâneler yaptırarak ulakların buralarda dinlenmelerini ve ihtiyaç gidermelerini sağladı; böylece onların halkı tâciz etmelerini engelledi ve âdeta soygun derecesine ulaşan vergileri düzene koyarak halkın gelir seviyesinin yükseltilmesi için çalıştı. Siyasî bakımdan ise Anadolu valiliği meselesinden kaynaklanan Baltu ve Sülemiş isyanlarını bastırdı. Bu iki isyan, Anadolu’daki Moğol valilerinin bu tarihten itibaren ikballerini gittikçe kuvvetlenen Türkmenler’e bağlamış olduklarını göstermektedir. Gāzân Han, atalarının Memlükler karşısındaki yenilgilerinin intikamını almak için Papa VIII. Boniface’ye mektup yazarak hıristiyan devletlerinin desteğini sağlamaya çalıştıysa da sonuç alamadı ve o da Dımaşk yakınlarında bozguna uğradı (702/1303).
Gāzân Han’ın 1304’te ölümüyle yerini kardeşi Olcaytu aldı. Olcaytu, ağabeyi gibi muktedir bir kişiliğe sahip olmadığı halde onun kurduğu sistem ve siyasetleri takip ettiği için ülkedeki huzur ve güvenin sürmesini sağladı. Memlük düşmanlığının yanında Avrupa’ya yaklaşırken Anadolu’da Selçuklu Devleti’nin yerini alan Türkmen beyliklerine karşı Bizans’ın yardımına gitti ve II. Andronikos Palaiologos’un kızı ile evlendi. Bu arada Kazvin ile Tebriz arasında Sultâniye adlı bir şehir kurdu ve devlet merkezini buraya nakletti. Gāzân Han zamanında bir dünya tarihi yazmakla görevlendirilmiş olan devlet adamı ve tarihçi Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî eserini tamamlayarak Sultan Olcaytu’ya sunmuştur.
1316 yılında Olcaytu Han’ın (Muhammed Hudâbende) ölümü üzerine tahta henüz çocuk yaştaki oğlu Ebû Said Bahadır Han çıktı. Hükümdarın tecrübesizliğinden ve onun atabegi Emîr Sevinç’in ölümünden istifade eden Vezir Tâceddin Ali Şah, idareyi eline aldı. Beylerbeyi görevine getirilen Emîr Çoban Anadolu’da ortaya çıkan isyanları bastırdı. Altın Orda ve Çağatay hanlıklarından gelecek tehlikeler bertaraf edildi ve böylece doğuda Gazne şehrine, kuzeyde Terek nehrine kadar uzanan topraklarda hâkimiyet sağlandı. Memlükler ile yıllardır devam eden mücadeleye 1323’te yapılan bir antlaşmayla son verildi. Bu sırada Ebû Said ile Emîr Çoban’ın arası açıldı ve sultan, başarılı hizmetler veren Çoban ailesini ihanetle suçlayarak bütün fertlerinin öldürülmesini emretti. Emîr Çoban, o sırada Anadolu valisi olan oğlu Timurtaş’ın Türkmenler’le birleşerek sultana karşı mücadele etme fikrine katılmadığı için bu hatasını hayatıyla ödemiştir. Ebû Said’i bu haksız kararı almaya iten sebep, Emîr Çoban’ın evli kızı Bağdat Hatun’a âşık olması ve bu münasebetle sarayda çeşitli entrikaların çevrilmesidir. Ebû Said, babası Olcaytu zamanında devletin âdeta resmî mezhebi haline gelen Şiîliği terkederek Sünnîliği seçmiş ve İslâmiyet’in yayılması için çalışmıştır. İlhanlı hükümdarlarının en büyüklerinden olan Ebû Said 1335 yılında henüz otuz yaşında iken ölmüş veya zehirlenerek öldürülmüştür (bk. BAĞDAT HATUN).
Ebû Said’in vâris bırakmadan ölümü İlhanlı Devleti’nin parçalanmasına ve yerini mahallî hânedanların almasına yol açtı. Ümerâdan Bağdat Hatun’un eski kocası Hasan-ı Büzürg ve Emîr Çoban’ın oğlu Hasan-ı Kûçek, şehzadeler arasındaki taht kavgalarından faydalanarak dilediklerini tahta çıkarmaya başladılar. Sonunda İlhanlı Devleti’nin hâkim olduğu topraklarda Celâyirliler, Karakoyunlular, Muzafferîler, Horasan Serbedârîleri ve Eretnaoğulları gibi hânedanlar kuruldu.
İlhanlı Devleti’nin idarî, malî, askerî ve hukukî müesseseleri incelendiği zaman Moğollar’dan önce Türkistan’da geliştirilen Türk devlet sistemiyle karşılaşılır. Zira bu sistem, daha Cengiz Han zamanında Moğollar’a hocalık ve müşavirlik yapmış olan Uygur ve Hârizm Türkleri aracılığıyla benimsenmişti. İlhanlılar’ın bu sistemi, kendilerinden sonra Yakındoğu’da devlet kuran hânedanlara ve nihayet Osmanlılar’a kaynak oluşturmuştur. İlhanlı idare sisteminin temelini teşkil eden divan, vezirlik, nâiblik ve beylerbeyiliği gibi kurumlar, Selçuklular’da görüldüğü gibi kısmî değişikliklerle Osmanlılar’da da yaşatılmıştır. Hükümdarın tahta çıkışında saçı saçılır ve şehzadelere, noyanlara, diğer ümerâya hil‘atler, askerlere de bahşiş dağıtılırdı; meselâ Ahmed Teküder tahta çıktığı zaman her askere 120 dinar verilmişti. Bu uygulama Osmanlılar’da “cülûs bahşişi” şeklinde devam etmiştir.
Hükümdarla vezirin görev ve sorumlulukları İlhanlılar’da kesin çizgilerle ayrılmamıştı. Sâhib-dîvân unvanını kullanan ve sivil idarenin başında bulunan vezir malî işlerin sorumluluğunu da taşıyordu. Başta kanunlar olmak üzere resmî evrakı düzenleme ve muhafaza etme geleneği Cengiz Han’dan beri mevcuttu; evrakın tamamı hükümdarın mührü ile tasdik edilirdi. Resmî yazılar, daima eski Moğol âdeti gereğince “sonsuz Tanrı’nın gücü ile” ibaresiyle, İslâmiyet’in kabulünden sonrada besmele ile başlardı. Bu uygulama Gāzân Han zamanında geliştirilmiş ve belgeler özelliklerine göre değişik renkli damgalarla mühürlenmiştir. Gāzân Han’ın bağımsız hareket etmeye başlamasına kadar büyük han İlhanlı sarayında dâimî temsilci bulunduruyor ve şehzadelerle yüksek dereceli görevlilerin idamları ile büyük çaptaki askerî seferlerin açılıp açılmamalarına bizzat kendisi karar veriyordu. Askerî bakımdan, Cengiz Han zamanında Moğollar’ın kabile (küren) sistemi yerine kabul edilen Türk onlu sistemi geçerliydi. Bu sistemin başında beylerbeyi bulunur ve onun yanında üç ulus beyi yer alırdı; beylerbeyi merkezde, ulus beyleri kendi bölgelerinde otururlardı. Anadolu Selçukluları’nda görülen saltanat nâibliği İlhanlılar’da da vardı. Ancak bazı durumlarda vezir veya beylerbeyi bu görevi üstlenebiliyordu; meselâ Beylerbeyi Emîr Çoban aynı zamanda nâibdi.
İlhanlılar da Moğol Büyük Hanlığı gibi vergi konusunda tâviz vermemişlerdir. Başta Anadolu olmak üzere İlhanlı idaresi altındaki siyasî kuruluşlar, başlarında bulunan idareciler veya İlhanlı Devleti’nin temsilcileri tarafından âdeta soyulmuştur. İlhanlılar döneminde Anadolu’daki Selçuklu malî ve idarî sistemi tamamen çözülmüş, özellikle toprak sisteminin bozulması idarî, malî ve askerî yapıyı etkilemiştir. Halbuki aynı dönemde İlhanlı Devleti, İran’da “dalay” ve “incü” divanları aracılığıyla toprak idaresini devam ettirmiştir. Para birimi olarak kullanılan dinarın değeri içerdiği altın oranına göre değişmiştir. Gāzân Han zamanında eksik vezinli paralar toplatılarak yeniden darbedildi. Bağlı ülkelerden alınan haraçlar dışında kopçur, kılan ve tamga vergisi devletin en büyük gelirini oluştururdu. Bu vergiler Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlılar’da aynı ad ve özelliğini korumuştur. Vergi konusunda Gāzân Han, kendinden önceki dönemde uygulanan kanun ve teamülleri gözden geçirerek bunları günün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlerken bazılarını kaldırmış veya yerlerine yenilerini koymuştur. Vergilerin âdil bir şekilde tahsil edilmesi için de görevlilere ağır cezaî hükümler getirmiştir. Osmanlılar’ın kullandığı “defterdar” tabiri de aslında bir İlhanlı terimidir.
Gāzân Han zamanına kadar İlhanlılar’da Cengiz yasası geçerliydi. Bu tarihten itibaren müslüman tebaanın şer‘î işlerine kadılar; hukukî, siyasî, idarî, örfî ve askerî mahkeme işlerine de Moğol şehzade ve emîrleri arasından seçilen “yarguci”ler bakardı. İlhanlı hükümdarlarından Hülâgû, Abaka ve Argun Budist idiler. Ahmed Teküder’in kısa süren hâkimiyetinde İslâmiyet halk arasında yayılmaya başlamışsa da ancak Gāzân Han zamanında resmî din olarak kabul edilmiştir.
İran’da İlhanlılar devrinde ticarî hayat gelişmiş, Yakındoğu ile Uzakdoğu, hatta Avrupa arasında ulaşım ve haberleşme kolaylaşmıştır. Bu sayede ülke düşünce, sanat ve ticaret alanında yeni gelişmelere sahne olmuştur. İtalyan tüccarlarının Tebriz’de kolonileri görünmeye başlamış, İlhanlı Devleti, Uzakdoğu ve Hindistan’dan yapılan ticarette önemli bir irtibat rolü oynamıştır. Avrupalı seyyahlar Tebriz’i ticarî malların çokluğu yönünden devrin en zengin şehri diye tanıtmışlardır. Bu dönemde her ne kadar Anadolu doğu-batı ve kuzey-güney yönündeki ticarî yolların merkezi durumundaysa da İlhanlılar bu yolların gelirine el koydukları için bu ticarî canlılıktan pek faydalanamamışlardır. İlhanlılar’da ana dil Moğolca’nın yanında Türkçe ve Farsça da geçerliydi. Bu devletin kurulmasıyla X. yüzyıldan beri devam eden Türk göçlerine ilâveten yeni Türk boyları gelmiş, böylece boylar, Yakındoğu’nun ve özellikle Anadolu’nun Türkleşmesinde etkili olmuşlardır. Cengiz Han’ın torunları tarafından kurulan İlhanlı ve Altın Orda devletlerinin İslâmlaşması ve Türkleşmesi Moğol istilâsının olumlu yönünü teşkil eder.
Kaynakça: https://islamansiklopedisi.org.tr