Hem Yahudilik ve Hıristiyanlığa hem de İslâm’a göre büyük bir peygamber ve İsrâiloğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarıp hürriyete kavuşturan bir liderdir. Hakkında Ahd-i Atîk’in Tevrat dışındaki bölümleriyle Ahd-i Cedîd’de kısmen bilgi bulunmakla birlikte onunla ilgili yegâne kaynak Tevrat ile Kur’ân-ı Kerîm’dir. Tevrat’ın hemen hemen tamamı Hz. Mûsâ’nın ve önderliğini yaptığı İsrâiloğulları’nın tarihinden ibarettir. Yaşadığı döneme ait diğer kaynaklarda kendisinden bahsedilmemekte, Kitâb-ı Mukaddes’te onun dışında bu adı taşıyan başka bir kimse bulunmamaktadır. Tevrat Mûsâ’yı peygamberlerin en büyüğü olarak takdim eder (Tesniye, 34/10). Bu husus, Maimonides’in tesbit ettiği yahudi âmentüsünde bir iman esası olarak yer almıştır. Hz. Mûsâ, Tevrat’a göre sadece ona ait bir nitelik olmak üzere Tanrı ile yüzyüze söyleşen, Tanrı’nın Sînâ’daki vahyine aracı olarak seçtiği, esaret altındaki halkı kâhinler melekûtu ve mukaddes millet haline getiren, eşsiz ve benzersiz bir kişidir (Çıkış, 19/5-6, 33/11; Sayılar, 12/6-8). Mûsâ, Kur’ân-ı Kerîm’de de adı en çok geçen peygamberdir.
Mûsâ adının İbrânîce’deki karşılığı Moşeh olup kelimenin menşei tartışmalıdır. Tevrat’ta nakledildiğine göre Firavun’un kızı onu sudan çıkardığı için kendisine bu adı vermiştir (Çıkış, 2/10). Buna göre Moşeh kelimesi, İbrânîce’de “çekip çıkarmak” anlamına gelen ve Eski Ahid’de nâdiren kullanılan (II. Samuel, 22/17; Mezmur, 18/16) “mşh” (maşah) kökünden gelmektedir. Ancak bu durumda ismin Maşui olması gerekir ki bu takdirde Moşeh kelimesindeki “o” harfinin izahı mümkün olmaz. Ayrıca Moşeh’in geçişli hali “kurtarılmış” değil “kurtarıcı” anlamındadır. Öte yandan Firavun’un kızı İbrânîce konuşmadığı için Mûsâ kelimesine Tevrat’ta belirtilen anlamı vermiş olamaz; dolayısıyla söz konusu türetme doğru kabul edilmemektedir. Mûsâ kelimesinin Ras Şamra tabletlerinde rastlanan İbrânîce “m(w)ş” kelimesiyle alâkalı olabileceği ileri sürülmüşse de araştırmacıların çoğu kelimenin Mısır kökenli olduğuna kanidir. Nitekim Hz. Îsâ zamanında İskenderiye yahudileri de bu kanaatte olduklarından kelimeye Kıptîce bir menşe aramışlardır. Yahudi filozofu Philon ve tarihçi Josephus, Mûsâ kelimesinin Kıptîce mô (su) ve uşa’ (kurtarmak) kelimelerinden türediğini söylemişlerdir. XIX. yüzyıl Mısır bilimcileri kelimenin kökünün Kıptîce olduğunu kabul etmekle beraber anlamı konusunda farklı bir açıklamayı benimsemişlerdir. Bunlar, Grekçe’si Moses olan Moşeh kelimesinin menşeinin Touthmosis (Touthmes, Touth’un oğlu), Ahmes (Ah’ın oğlu) ve Ramesses (Ramses) gibi firavun isimlerinde de bulunan, Kıptîce’de “çocuk doğurmak” anlamındaki msj kökünden türeyen “çocuk” mânasındaki mes olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu yoruma da itiraz edilmiş, ancak diller arasında harf değişikliğinin normal olduğu, dolayısıyla Kıptîce’deki “s”nin İbrânîce’ye “ş” olarak geçtiği göz önünde bulundurularak Kıptîce’deki mes(j) kelimesinin bazı kitâbelerde mş diye yazıldığı belirtilmiş, böylece Moşeh kelimesinin Kıptîce bir kökten geldiği kanaati benimsenmiştir. Mısır bilimcilerin çoğu, Moşeh kelimesinin Mısır dilinde “çocuk” anlamındaki mes/mesu kelimesinin farklı yazılmış şekli olduğunu kabul etmektedir. Kıptîce’de bu kelime yalnız başına veya Amosis, Tuthmosis gibi isimlerde olduğu gibi birleşik halde kullanılmaktadır. Ancak Firavun’un kızının mes kelimesini tek başına mı yoksa bir tanrı adıyla birlikte mi kullandığı bilinmemektedir (Mangenot, DB, IV, 1191; Cazelles, DBS, V, 1320; EJd., XII, 372, 379). Arap dilcileri de Mûsâ kelimesinin menşeini tartışmışlardır. Kelimenin aslının İbrânîce “su” anlamındaki mu ve “ağaç” anlamındaki şa’dan oluşan Moşa olduğu, su ve ağacın yanında veya sudaki bir sandık içinde bulunduğu için Mûsâ’ya bu adın verildiği belirtilmektedir (Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, s. 567-568). Câhiliye döneminde Araplar arasında Mûsâ ismi kullanılmıyordu, bu isim İslâm’ın gelişinden sonra yaygınlaşmıştır.
Yahudilik’te. Tevrat’a göre Mûsâ, Levi kabilesinden Amram ve Yokebed’in oğludur, Mısır’da doğmuştur. Şeceresi Ya‘kūb oğlu Levi oğlu Kehat (Kohat) oğlu Amram oğlu Mûsâ olup Amram babasının kız kardeşi Yokebed ile evlenmiş (yahudi inancına göre o dönemde hala ile evlenmek yasak değildi), bu evlilikten Miryam, Hârûn ve Mûsâ dünyaya gelmiştir. Buna göre Mûsâ’nın hem annesi hem babası Levi soyundandır. Üç kardeşin en büyüğü Miryam, en küçüğü de Hârûn’dan üç yaş küçük olan Mûsâ’dır (Çıkış, 2/1, 6/16-20, 7/7, 15/20; Sayılar, 26/59; I. Târihler, 23/12-14).
Mûsâ, İsrâiloğulları’nın ağır baskı altında tutulduğu ve erkek çocuklarının nehre atılarak öldürüldüğü bir zamanda doğmuştur (Çıkış, 1/8-22). Bu baskı döneminde Levi evinden bir adam bir Levi kızıyla evlenmiş ve Mûsâ dünyaya gelmiştir (Çıkış, 2/1-2). Her ne kadar daha sonra Mûsâ’nın ablasından (Çıkış, 2/4) ve Hârûn’dan bahsediliyorsa da Tevrat’ın bu ifadesinden Mûsâ’nın ilk çocuk olduğu anlamı çıkmaktadır. Mûsâ’nın ailenin üçüncü çocuğu olduğu halde ilk çocukmuş gibi takdim edilmesi Amram’ın, Miryam ve Hârûn’un annesini boşayıp daha sonra tekrar evlendiği ve bu evlilikten Mûsâ’nın doğduğu yahut Amram’ın biri Miryam ve Hârûn’un, diğeri Mûsâ’nın annesi olmak üzere iki kadınla evli bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Fakat Tevrat’ta Amram’ın iki kadınla evli olduğu belirtilmemekte, Mûsâ ilk çocuk olarak nitelendirilmemekte ve onun doğumunun mûcizevî oluşu nakledilmemektedir (Mangenot, DB, IV, 1189-1190).
Yahudi tarihçi Josephus’un naklettiğine göre Amram eşinin hamile olduğunu görünce Allah’a yalvarmış ve kendisine İsrâiloğulları’nı kurtaracak bir çocuğunun olacağı bildirilmiştir. Annesi, çok güzel olan oğlunu (Resullerin İşleri, 7/20) öldürülmekten kurtarmak için üç ay gizlemiş, daha sonra sazdan bir sepeti harç ve ziftle sıvamış, çocuğu içine koyup nehre bırakmış ve Miryam uzaktan onu gözlemiştir. Firavun’un kızı yıkanmak için nehre indiğinde çocuğun içinde bulunduğu sepeti görüp aldırmış, İbrânîler’in çocuklarından olduğunu bildiği halde onu sevmiş ve himaye etmiştir (Çıkış, 2/2-6). Yine Josephus’a göre Firavun’un Mûsâ’yı evlâtlık olarak alan kızı Thermuthis’tir, fakat onun kral II. Thoutmes’in karısı meşhur kraliçe Hatshepsut olup olmadığı tartışılmaktadır (NDB, s. 264, 503). Philon’un naklettiğine göre Firavun’un kızı evli fakat çocuksuzdu. Bu sebeple çocuğu evlât edinmeye karar vermiş, ancak hemen saraya götürmeyip başka bir yerde belli bir yaşa gelinceye kadar kalmasının uygun olacağını düşünmüştür. Philon’a göre Firavun’un kızı onu kendi çocuğu olarak göstermek için hamile gibi davranmıştır. Çocuğu emzirmek için birçok Mısırlı kadın çağırmış, fakat Mûsâ onların sütünü emmemiştir. Tevrat’a göre bu esnada Miryam gelmiş, çocuk için İbrânî bir kadın bulabileceğini söylemiş, Mûsâ’nın annesini getirmiş ve Mûsâ tekrar annesine kavuşmuştur. Üç veya dört yaşında sütten kesildiğinde annesi onu Firavun’un kızına götürmüş, o da çocuğu evlât edinip adını Mûsâ koymuştur (Çıkış, 2/7-10). Böylece öldürülmesi emredilen çocuk, bu emri verenin sarayında prens olmuştur. Talmud’a göre (Sota, 12b) Mûsâ’ya Mısırlı kadınların sütünü kabul etmeme emri verilmiştir; çünkü Allah’ın kelâmının çıkacağı bir ağzın helâl olmayan şeyi içmemesi gerekirdi. Mûsâ yaşıtlarından daha büyük görünüyordu ve onlardan daha güzeldi. Josephus’a göre kız Mûsâ’yı Firavun’a götürerek tahtın vârisi olmasını önermiş ve kralın kucağına oturtmuştur. Kral onu kucaklamış, tacını başına koymuş, ancak çocuk krallık tacını atıp çiğnemiş, bu da Mısır için müstakbel bir kötülüğün işareti sayılmıştır (Mangenot, DB, IV, 1191).
Yahudi geleneğine ve Kitâb-ı Mukaddes’e göre (Resullerin İşleri, 7/22) Mûsâ aristokratlara has bir eğitim almış, dönemin en kültürlü halkı olan Mısırlılar’ın bütün ilimlerinde yetiştirilmiş ve gerek sözlerinde gerekse işlerinde kudretli bir kimse olmuştur. Asur, Kalde ve gizli Mısır öğretisi dahil olmak üzere Mûsâ’nın öğrendiği bütün ilimleri Philon sıralamakta, kralın torunu ve tahtın vârisi diye kabul edilen, zenginlikler ve eğlenceler arasında mütevazi ve iffetli olarak kalan ve bir filozof gibi hayat süren bu gencin faziletinden övgüyle bahsetmektedir. Mûsâ, tahta yakın bulunması sebebiyle devlet yönetiminde üst görevler için yetiştirildiğinden kuvvetle muhtemeldir ki Mısır hiyeroglifi yanında çivi yazısını da öğrenmiş ve askerî, siyasî, idarî, diplomatik alanlarda yetişmiştir (NDB, s. 503). Josephus’a göre Firavun, Mûsâ’yı Habeşistan seferinde ordunun başına getirmiş ve Mûsâ zafer kazanarak geri dönmüştür (Mangenot, DB, IV, 1192).
Mısır’da bulunan Sâmîler genellikle madencilik ve inşaat gibi ağır işlerde çalıştırılıyor, ayrıca memur ve asker olarak da istihdam ediliyordu. Sâmîler memur olabilmek için eğitim almak zorunda idiler. XVIII ve XIX. sülâleler döneminde Mısır’ın Ken‘ân diyarı ile ilişkileri oldukça yoğundu. Bu sebeple Ken‘ân ülkesinde yaşayanlarla kurulacak münasebetlerde faydalanılmak üzere yetiştirilen Mûsâ, bilhassa Asyalılar’la meşgul olan Firavun Horemheb’in (m.ö. 1320’li yıllar) özel himayesine mazhar olmuştur. Zira onun döneminde Suriye-Filistin bölgesindeki olaylar Mısır için önem arzediyordu (Cazelles, DBS, V, 1321-1322). I. Séti ile (m.ö. 1312-1298) birlikte XIX. sülâle, Hititler’in muhtemel saldırısına karşı Doğu Delta’yı güçlendirmek durumundaydı ve bu bölgedeki kabilelerden faydalanması gerekiyordu.
Kitâb-ı Mukaddes’te belirtildiğine göre Mûsâ kırk yaşında iken (Resullerin İşleri, 7/23) Delta’nın doğusuna gönderilmiş ve bu vesile ile kardeşleri olan İsrâiloğulları’nı ziyaret etmiştir. Bu arada bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî asıllı bir kişiye yardım ederken kaza ile Mısırlı’yı öldürmüş, ertesi gün yine bir kavgaya şahit olmuş ve aynı İbrânî, Mûsâ’nın bir Mısırlı’yı öldürdüğünü açıklayınca Firavun Mûsâ’nın öldürülmesini emretmiş, o da Medyen’e (Midyân) kaçmıştır (Çıkış, 2/11-15; Resullerin İşleri, 7/23-28). Resullerin İşleri’ne göre Mûsâ’nın kardeşlerine gidişi basit bir ziyaret değil onların kaderlerini paylaşmak içindir. Mûsâ imanla büyüyünce Firavun’un kızının oğlu olarak anılmayı reddetmiş ve Allah’ın kavmiyle beraber hakaret görmeyi günahın sefasını sürmeye tercih etmiştir (Resullerin İşleri, 7/23-29; İbrânîler’e Mektup, 11/24-25). Medyen’de bir kuyu başına varan Mûsâ, Medyen kâhininin kızlarına yardım ederek hayvanlarını sulamış, bunun üzerine Medyen kâhini Mûsâ’yı çağırmış ve yanında çalışmasını istemiştir. Mûsâ kırk yıl orada kalmış (Resullerin İşleri, 7/30), onun kızlarından Tsippora ile (Sefora = Zipporah) evlenmiş ve Gerşom ile Eliezer adında iki oğlu olmuştur (Çıkış, 2/16-22, 18/3-4; I. Târihler, 23/15-17).
Mûsâ Medyen’de iken başta Mısır kralı olmak üzere kendisini öldürmek isteyenlerin hepsi ölmüştür (Çıkış, 2/23; 4/19). Saltanatın değişmesi muhtemelen yönetimde de değişikliklere sebep olmuş ve Mûsâ’nın beraber yetiştiği kişilerden biri II. Ramses’in tahta geçişinden sonra önemli bir mevkiye gelmiş, böylece Mûsâ’nın Mısır’a dönüp yönetimle görüşme şartları oluşmuştur (a.g.e., V, 1324). Diğer taraftan İsrâiloğulları üzerindeki baskı devam etmiş ve Allah onlara acımıştır. Mûsâ, Medyen’deki ikametinin kırkıncı yılında (Resullerin İşleri, 7/30) Horeb dağı çevresinde kayınpederinin sürüsünü otlatırken dağda gördüğü ateşten Tanrı veya O’nun meleği tarafından kendisine seslenilerek peygamber seçildiği bildirilmiş ve İsrâiloğulları’nı kurtarmak için Firavun’a gitmekle görevlendirilmiştir. Mûsâ’nın kendini bu işe ehil görmemesi üzerine başarılı olacağı bildirilmiştir (Çıkış, 3/1-12; Resullerin İşleri, 7/30-35). Tanrı Mûsâ’ya ilk defa Yahve olan adını açıklar (Çıkış, 3/13-15). Kavminin kendisine inanması için ona asâ ve beyaz el mûcizeleri verilir, yine de inanmadıkları takdirde suların kana dönüşeceği belirtilir (Çıkış, 4/1-9). Mûsâ bu defa da rahat konuşamadığını, ağzının ve dilinin ağır olduğunu öne sürünce kendisine kardeşi Hârûn yardımcı olarak verilir, ayrıca çeşitli mûcizelerin gerçekleşeceği asâsını yanına alması istenir (Çıkış, 4/10-17).
Medyen’e dönen Mûsâ, olanlar hakkında bilgi vermeden Mısır’a gitmek istediğini bildirip ailesiyle birlikte yola çıkar ve Allah’ın emriyle kendisini karşılamaya gelen Hârûn ile Sînâ dağında buluşur (Çıkış, 4/18-27). İsrâiloğulları’nı yeni görevlerine inandıran Mûsâ ve Hârûn, Allah’ın İsrâiloğulları’nı salıvermesini istediğini Firavun’a söyler. Firavun bu isteği reddettiği gibi İsrâiloğulları’nın yükünü daha da ağırlaştırır. Bunun üzerine İsrâiloğulları Mûsâ ve Hârûn’a tepki gösterirler (Çıkış, 5/1-21).
Mûsâ ve Hârûn, Allah’ın emriyle tekrar Firavun’a giderek İsrâiloğulları’nı salıvermesini isterlerse de Firavun kabul etmez. Mûsâ ve Hârûn çeşitli mûcizeler gösterir. Öncelikle Hârûn’un asâsı yılana dönüşüp sihirbazların değneklerini yutar. Firavun’un kalbi katılaşarak İsrâiloğulları’nı göndermeyince bu defa Firavun ve Mısır halkına suların kana dönüşmesi, kurbağalar, tatarcık, at sineği, hayvanların ölümü, çıbanlar, dolu, çekirge, üç gün süren karanlık, ilk doğanların ölümü şeklinde sıralanan on musibet gelir. Her musibette Firavun, İsrâiloğulları’nı salıvereceğini vaad eder, fakat sıkıntı geçince yine inadında ısrar eder (Çıkış, 7/1-11/10). Nihayet her evde ilk doğanların ölümüne Mısırlılar’ın baskısı da eklenince Firavun gitmelerine izin verir (Çıkış, 12/12, 29-36).
İsrâiloğulları 430 yıl kaldıkları Mısır’dan çıkmak üzere gece vakti aceleyle yola koyulurlar, Ramses’ten Sukkot’a, oradan da Etam’a giderler. Mûsâ, Hz. Yûsuf’un kemiklerini taşımaktadır. İsrâiloğulları ilâhî tâlimatla sahil yolu yerine Kızıldeniz çölü yolunu seçerler. Öte yandan pişman olan Firavun ordusuyla yola çıkarak deniz kıyısında konaklayan İsrâiloğulları’na yetişir. İsrâiloğulları bu durum karşısında Mûsâ’ya sitem ederler. Mûsâ asâsını uzatınca Kızıldeniz’in içinde sular ayrılarak yol oluşur, İsrâiloğulları geçer ve Firavun ile ordusu boğulur (Çıkış, 12/1-14/1-31).
Denizde boğulan firavun muhtemelen II. Ramses’tir; zira onun halefi olan Menephtah, tahta geçişinin beşinci yılında (m.ö. 1229 veya 1219) bölgeye yaptığı sefer sırasında İsrâil ile Ken‘ân’da karşılaşmıştır. Mısır’dan çıkış hadisesi milâttan önce XIII. yüzyılın başlarında ve XIX. sülâle döneminde gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü XVIII. sülâle Delta’da ikamet etmiyordu. I. Ramses’in kısa saltanatından sonra iş başına geçen I. Séti, Mısır’ın gücünü sağlamlaştırmaya koyulmuş, tehlikeyi önlemek için Delta’yı güçlendirmiş ve Filistin yolunu birçok kale ile donatmıştır. Ken‘ânlılar’a karşı seferler düzenleyerek, ayrıca İsrâiloğulları’nı muhkem şehirlerin inşasında çalıştırarak (Çıkış, 1/11) Ken‘ânlılar’ın soydaşlarına güvenmediğini göstermiştir. Bütün bunlar, I. Séti’nin İsrâiloğulları’na baskı uygulayan firavun olduğunu ve halefi II. Ramses’in tahta geçişinin ilk zamanlarında Mûsâ’nın saraya döndüğünü ortaya koymaktadır (a.g.e., V, 1324-1325). İsrâiloğulları’nın Rabb’e takdimede bulunmaları için (Çıkış, 5/3) Hz. Mûsâ’nın Firavun’dan izin talebinin reddedilmesinin sebebi muhtemelen bunun Ken‘ânlılar’ın isyanlarıyla aynı döneme rastlamasıdır. Zira II. Ramses’in saltanatının yedinci yılında (m.ö. 1291 veya 1281) Ken‘ânlılar isyan etmişlerdi ve isyanlar Güney Filistin’e kadar yayılmıştı. Böyle bir ortamda İbrânîler’in çölde dolaşmak için serbest bırakılmaları tedbirsizlik olurdu (a.g.e., V, 1325). Bununla birlikte Mısır’dan çıkışın kesin tarihi bilinmemektedir. Bu konuda iki görüş vardır. Olay ya milâttan önce 1290’larda II. Ramses döneminde veya milâttan önce 1441’de XVIII. sülâleden Kral Amenofis devrinde cereyan etmiştir (NDB, s. 263-264).
Tevrat’ta nakledildiğine göre denizi aşarak Firavun’dan kurtulan İsrâiloğulları, Mûsâ’nın önderliğinde Kızıldeniz sahili boyunca Sûr çölünde susuz bir halde üç gün boyunca yürür, nihayet bir su kaynağına ulaşırlar; ancak su acı olduğundan Hz. Mûsâ’ya tepki gösterirler, bunun üzerine Mûsâ mûcize ile suları tatlı hale getirir (Çıkış, 15/22-26). Mara adı verilen bu yerden Elim’e, oradan Elim ile Sînâ arasındaki Sin çölüne varırlar. Burada açlıktan şikâyet edince onlara çöl hayatı boyunca devam edecek olan men ve selvâ verilir (Çıkış, 16/1-31). Refidim’de Mûsâ asâsı ile kayaya vurur ve su fışkırır (Çıkış, 17/1-7). Burada da Amalek ile savaş yapılır; Mûsâ elini kaldırdığında İsrâil, indirdiğinde ise Amalek galip gelir (Çıkış, 17/8-16). Yetro, Mûsâ’nın eşini ve iki oğlunu getirir; Yetro’nun tavsiyesi üzerine Mûsâ bazı işlerin yürütülmesi için hâkimler tayin eder (Çıkış, 18/1-27).
Mısır’dan çıkışın üçüncü ayında İsrâiloğulları Sînâ dağına varırlar. Allah Mûsâ’yı dağa çağırır. Daha sonra Mûsâ dağa tekrar çıkar ve orada oruçlu olarak kırk gün kalır. Bu sürede Allah, Mûsâ’ya ibadet eşyası ve ruhbanlık giysileriyle ilgili kurallar bildirir ve on emri ihtiva eden taş levhaları verir (Çıkış, 19/1-23/33; 25/1-31/18). Mûsâ Sînâ dağından döner, yokluğunda kavminin taptığı altın buzağıyı parçalar, buzağıya tapan kavmini cezalandırır. Ertesi gün Sînâ’ya giderek affedilmelerini ister (Çıkış, 32/30-35) ve İsrâiloğulları affedilir. Mûsâ kırılanların yerine tekrar iki taş tablet hazırlar ve Sînâ’ya çıkar (Çıkış, 34/1-4). İlâhî emirleri alarak yemeden içmeden kırk gün dağda kalır (Çıkış, 34/27-28). Diğer emirler ve yasaklar kendisine bildirilir (Çıkış, 35/4-39/42, 40/1-36; Levililer, I-IV; XI-XV).
Hz. Mûsâ, ikinci kırk günlük oruç döneminden sonra dağdan indiğinde Tanrı ile yüzyüze görüşmesi sebebiyle yüzü kavmini korkutacak derecede parlar (Çıkış, 34/29). Mısır’dan çıkışın ikinci yılının ikinci ayında Mûsâ, İsrâiloğulları’nın nüfus sayımını yapar. Daha sonra İsrâiloğulları Sînâ’dan göç ederek Paran çölüne giderler (Sayılar, 10/11-28). Tevrat’ta Mûsâ’nın Habeşî bir hanımından ve Miryam ile Hârûn’un tepkilerinden bahsedilir (Sayılar, 12/1). Mûsâ, Ken‘ân diyarı hakkında bilgi almak için heyet gönderir (Sayılar, 13/1-14/39). İsrâiloğulları vaad edilmiş topraklara girmek istemeyince orası onlara kırk yıl yasaklanır ve bu süre çölde geçer (Sayılar, 14/34; Tesniye, 2/14).
İsrâiloğulları Kadeş’te iken Korah (Kārûn) Mûsâ’ya karşı çıkınca bütün malı ve mülküyle toprağa gömülerek cezalandırılır (Sayılar, 16/1-40). Burada yine susuz kalırlar, Mûsâ asâsı ile kayaya vurur ve su çıkar (Sayılar, 20/2-12). Tevrat’a göre Mûsâ ve Hârûn bu mûcize esnasında kendilerinde bir güç vehmederek Tanrı’ya itaatsizlik etmiş olurlar ve vaad edilen topraklara girmekten mahrum bırakılırlar. Mûsâ vaad edilmiş topraklara girmek için niyazda bulunur, fakat kabul edilmez (Tesniye, 3/25). Mısır’dan çıkışın kırkıncı yılının on birinci ayında Mûsâ, Sînâ’dan itibaren vuku bulan olayları anlatır, yeni kurallar bildirir (Tesniye, 1/1-4/43).
120 yaşına gelen Hz. Mûsâ artık onlara liderlik yapamayacağını bildirir ve görevlerini Yeşu’a devreder (Sayılar, 27/16-23; Tesniye, 1/9, 31/1-3, 14, 23). Tevrat’ı Levililer’e teslim eder ve her yedi yılda onu okumalarını ister (Tesniye, 31/9-13). Daha sonra Nebo dağına çıkan Mûsâ orada vefat eder ve bizzat Tanrı tarafından Beytpeor’un karşısına defnedilir. İsrâiloğulları Moab ovasında Mûsâ için otuz gün yas tutarlar (Tesniye, 34/1-8). Josephus ve Philon’a göre Mûsâ ölümünün yakın olduğunu söylemiş ve yazmıştı. Onun defnedilişine şahit olan yoktur, kabri de bilinmemektedir. Yahudi din âlimleri hiç kimsenin ölümünden sonra Mûsâ kadar yüceltilmediğini, çünkü onun defin işiyle bizzat Tanrı’nın meşgul olduğunu söylemişlerdir. Assomption de Moise adlı apokrifte melek Mîkâil’in Mûsâ’nın naaşı hususunda şeytanla tartıştığı nakledilmektedir. Mîkâil, Mûsâ’nın naaşını defnetmek isterken şeytan Mısırlı’yı öldürmesi yüzünden onun bir kabrinin olamayacağını söyleyerek buna engel olmaya çalışmıştır. Diğer taraftan Mûsâ’nın ölmeyip semaya alındığı da ifade edilmektedir. İbrânîler putperestliğe mütemayil oldukları için Tanrı’nın Mûsâ’nın kabrinin yerini meçhul bıraktığı da belirtilmektedir (Mangenot, DB, IV, 1207).
Hz. Mûsâ Yahudilik’te çok önemli bir şahsiyettir. Kitâb-ı Mukaddes ondan övgüyle bahseder. Tesniye’de, “Rabb’in Mısır diyarında Firavun’a ve bütün kullarına ve bütün memleketine yapmak için Mûsâ’yı gönderdiği alâmetler ve hârikalarda ve bütün İsrâil’in gözü önünde Mûsâ’nın gösterdiği bütün kuvvetli elde ve bütün dehşette Mûsâ gibi Rabb’in yüzyüze bildiği bir peygamber daha İsrâil’de çıkmadı” denilmektedir (Tesniye, 34/10-12). Eski Ahid’in yahudilerce reddedilen, ancak Katolikler’ce kutsal kabul edilen Siracide bölümünde (45/1-6) Mûsâ’nın özellik ve üstünlükleri sayılarak Tanrı’nın onu krallara karşı yücelttiği, onun eliyle mûcizeler gösterdiği, onunla yüzyüze görüştüğü, onun imanı sebebiyle Tanrı ile İsrâiloğulları arasında aracı olduğu belirtilmekte, Yeni Ahid’de de Îsâ ile mukayese edilmektedir (İbrânîler’e Mektup, 3/1-6). Ancak hıristiyan inancına göre Hz. Îsâ’nın görev ve konumu ondan daha üstündür; semavî babanın evinde Îsâ ailenin oğlu, Mûsâ ise hizmetçidir (a.g.e., IV, 1208).
Mûsâ’nın görevi iki yönlüdür, o hem dinî hem sosyal liderdir. İlk ve en önemli işi kavmini Firavun’un zulmünden kurtarıp hürriyete kavuşturmaktır. İkinci önemli yönü şeriatı (Tevrat) getirmiş olmasıdır. Tevrat’ta Mûsâ’nın eşsiz, benzersiz olduğu, Tanrı diğer peygamberlerle rüya veya rü’yette konuştuğu halde onunla açıkça ağız ağıza söyleştiği, sadece onun Tanrı’nın sûretini göreceği belirtilmektedir (Sayılar, 12/6-8; Tesniye, 34/10).
Hz. Mûsâ, İsrâiloğulları ile geçirdiği kırk yıllık sürede çok sayıda güçlükle karşılaşmıştır. Önceleri kavminin bütün işlerini kendisi görürken daha sonra Yetro’nun tavsiyesine uyarak hâkimler tayin etmiştir (Çıkış, 18/13-23). Çöl hayatı boyunca İsrâiloğulları’nın bitmek bilmeyen şikâyetlerine ve karşı çıkmalarına mâruz kalmıştır. İsrâiloğulları her defasında açlık, susuzluk gibi problemleri öne sürerek Mısır’a dönmek istediklerini söylemişler, Mûsâ onları teskin etmiş, Allah’a karşı gelmemeleri hususunda uyarmıştır. Daha sonra yeğeni Korah, İbrânîler’in ileri gelenlerinden topladığı 250 kişi ile isyana kalkışmış (Sayılar, 16/1-19), nihayet ağabeyi Hârûn ve ablası Miryam, peygamberlikte kendisine eşit olduklarını söyleyip Habeşî bir kadın aldığı için onu eleştirmişlerdir (Sayılar, 12/1-15).
Helenistik yahudi literatürü Hz. Mûsâ’ya dair bilgilere mitolojik pek çok unsur katmıştır. Eupoleme’e göre Mûsâ ilk yahudi bilgesi ve İbrânî yazısının mûcididir. Artapanos’a göre Orphee’nin üstadı, yazı sanatının ve çeşitli savaş makinelerinin mûcidi, aynı zamanda ilk filozoftur. Apokaliptik geleneğe göre Mûsâ dünya kurulmadan önce ahdin ilâhî aracısı olarak hazırlanmıştır. Mûsâ ile halkı arasındaki alâka ölümüyle sona ermemiştir, zira Tanrı onu mâna âleminde şefaatçi olarak seçmiştir. Ona Sînâ’da geçmiş ve geleceğin gizli ilimleri verilmiştir.
Rabbinik literatür Mûsâ’yı övmek ve yüceltmekle beraber ona ilâhî hiçbir nitelik atfetmemiştir. O üstün nitelik ve özelliklerine rağmen bir insandır. Tanrı Tevrat’ı kendisine yazdırmış ve Mûsâ “Moşeh rabenu” (Mûsâ efendimiz) diye adlandırılmıştır. Geleneğe göre Mûsâ 7 Adar’da doğmuş ve 120. yıl dönümü günü vefat etmiştir. Daha sonra bu tarih mezarı bilinmeyenlerin anıldığı gün olarak kabul edilmiştir. Bilgeler Mûsâ’yı genelde bir kral ve rehber diye takdim etmektedir. Çocukları onun görevlerine vâris olmamıştır. Yahudiler, Mûsâ’nın hayatını kırk yıl Mısır’da, kırk yıl Medyen’de ve kırk yıl çölde olmak üzere üç devreye ayırmaktadır. Gök ve yer onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Mûsâ’nın kutsiyeti daha doğduğu zaman görülmekteydi. O sünnetli olarak doğmuş, doğar doğmaz konuşmaya başlamış, üç aylık iken gelecekle ilgili haberler vermiştir. Hayvanları nasıl kendini vererek otlattığını görünce Tanrı onu peygamber olarak seçmeye karar vermiştir (Dictionnaire encyclopedique du Judaïsme, s. 764-768). Kendisine sadece yazılı Tevrat değil, şifahi Tevrat da verilmiştir.
Hz. Mûsâ’nın hayatıyla ilgili olarak Kitâb-ı Mukaddes’in Tevrat dışındaki bölümlerinde yer alan bilgiler genelde yine Tevrat’a dayanmaktadır, ancak Tevrat’taki bilgilerin geçerliliği konusunda Kitâb-ı Mukaddes’i tenkit hareketinin farklı yorumları söz konusudur. Rasyonalist eleştiriciler umumiyetle kutsal kitabın verdiği bilgilere fazla önem vermemekte, Mûsâ’ya dair yahudi geleneğinin tarihî değerinin pek fazla olmadığını ileri sürmektedir. Onlar edebî tenkit hareketinin ulaştığı neticeleri doğru kabul etmekte, Tevrat’ın farklı dönemlerde kaleme alındığını, dolayısıyla olaylarla verilen bilgiler arasında uzun fâsılaların olduğunu söylemektedir.
Mûsâ’nın dünyaya gelişi ve nehre bırakılışına benzer hikâyeler Cyrus ve Sargon kıssalarında da vardır. Meselâ Akkad Kralı Sargon’u annesi gizlice dünyaya getirmiş, ziftle sıvadığı bir sepete koyarak nehre bırakmıştır. Diğer taraftan bir Mısır mitine göre annesi çocuk Tanrı Horus’u Séti’nin gazabından korumak için gizlemiştir (Cazelles, DBS, V, 1321; EJd., XII, 379). Mûsâ’nın Medyen’e kaçışı ve orada kâhinin kızı ile evlenme hikâyesi, Mûsâ’dan birkaç asır önce yaşayan ve Suriye’ye kaçarak orada bir şeyh tarafından kabul edilip kızı ile evlenen Mısırlı Sinouhe’nin kıssasına benzemektedir (Cazelles, DBS, V, 1323; EJd., XII, 380). Ayrıca Medyen kıssasında bazı müphem taraflar vardır. Meselâ Mûsâ’nın kayınpederinin adı Reuel (Çıkış, 2/18), Hobab (Hâkimler, 4/11) ve Yetro (Çıkış, 3/1) şeklinde geçmektedir. Bütün bunlara rağmen Mûsâ’nın tarihî bir şahsiyet olduğunda şüphe yoktur.
İslâm’da. Hz. Mûsâ, Kur’ân-ı Kerîm’in otuz dört sûresinde 136 yerde zikredilmektedir ve Kur’an ile sahih hadislerde geçmiş peygamberler arasında kendisinden en çok söz edilen peygamberdir. Kur’an’da Hz. Mûsâ’nın nesebinden bahsedilmemekte, diğer İslâmî kaynaklarda nesebi Mûsâ b. İmrân b. Kahes b. Lâvi b. Ya‘kūb (Mes‘ûdî, I, 48) veya Mûsâ b. İmrân (Amram) b. Yeshur (Yitshar, Jitsehar) b. Kahes (Kehat) b. Lâvi (Levi) b. Ya‘kūb (Taberî, I, 385; Sa‘lebî, s. 127) olarak verilmektedir. Bu şeceredeki Yeshur, Tevrat’a göre Mûsâ’nın babası Amram’ın erkek kardeşidir (Çıkış, 6/18). Kur’ân-ı Kerîm, İsrâiloğulları’na hakkında ihtilâf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmakta (en-Neml 27/76), bu çerçevede Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını gerçek şekliyle nakletmektedir (el-Kasas 28/3). Kur’an’da Hz. Mûsâ’ya dair verilen bilgiler büyük ölçüde Tevrat’la paralellik arzetmektedir. Diğer taraftan İslâmî kaynaklarda yer alan bilgilerin çoğu yahudi dinî literatüründe bulunmaktadır. Kur’an’da onun dünyaya gelişi, saraya intikali, Medyen’e gidişi, peygamber olarak seçilişi, İsrâiloğulları’nı kurtarmak için Firavun’a gönderilişi, Firavun’la mücadelesi ve İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarışı, Sînâ’da ilâhî emirleri alışı, çöldeki olaylar ve İsrâiloğulları’na rehberlik edişi anlatılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm, Mûsâ’nın dünyaya geldiği dönemde Mısır’ın ve İsrâiloğulları’nın durumunu naklederken Firavun’un halkını çeşitli zümrelere böldüğünü, bir kısmını güçsüz bulup baskı ve zulüm yaptığını, erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını sağ bıraktığını bildirmektedir (el-Bakara 2/49; el-A‘râf 7/141; İbrâhîm 14/6; el-Kasas 28/4).
İslâmî kaynaklara göre Amram yetmiş yaşında iken Mûsâ gelmiştir (Sa‘lebî, s. 127). Bu sırada iş başında Velîd b. Mus‘ab b. Muâviye b. Ebû Nümeyr adlı firavun vardı. Bu zat, rüyasında Beytülmakdis’ten çıkan bir ateşin Mısır’a sıçradığını ve Mısır’ın evlerini yaktığını, bütün Kıbtîler’i yok ettiğini, ancak İsrâiloğulları’na zarar vermediğini görmüştür. Rüyanın yorumunu yapanlar İsrâiloğulları içinden doğacak bir çocuğun elinden saltanatını alacağını, düzenini bozacağını ve dinini değiştireceğini söyleyince Firavun, İsrâiloğulları’ndan doğan her erkek çocuğun öldürülmesini emretmiş, daha sonra da bir yıl öldürülmelerini, bir yıl sağ bırakılmasını istemiş ve böyle bir yasak yılda Hz. Mûsâ doğmuştur (Taberî, I, 386; Mes‘ûdî, I, 48; Sa‘lebî, s. 128; İbn Kesîr, I, 238).
Mûsâ dünyaya geldiğinde annesine çocuğunu emzirmesi, endişelendiği takdirde onu bir sandığa koyarak nehre bırakması ve kaygılanmaması bildirilerek; oğlunun kendisine geri getirileceği ve ileride peygamber olacağı müjdelenir. Annesi onu daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca söyleneni yapar ve çocuğu bir sandık içinde nehre bırakır, Mûsâ’nın ablasına da kardeşinin âkıbetini uzaktan gözlemesini söyler. Firavun’un ailesi onu nehirde bulup alır; Firavun’un karısı öldürülmemesini, evlât edinilmesini ister. Mûsâ, Mısırlı hiçbir sütanneyi kabul etmeyince ablası ona bir sütanne bulmayı teklif eder, böylece Mûsâ tekrar annesine kavuşturulmuş olur (Tâhâ 20/38-40; el-Kasas 28/7-13).
Nehre bırakılan Mûsâ câriyeler tarafından bulunup Firavun’un hanımı Âsiye’ye getirilmiş, o da hem kendisi hem Firavun için sevinç vesilesi olabileceğini söyleyerek çocuğun öldürülmemesini istemiş, Firavun hanımının hatırı için çocuğun hayatını bağışlamıştır (Sa‘lebî, s. 128-130). Bir rivayete göre Mûsâ kendisini kucağına alan Firavun’un sakalını yolmuş, diğer bir rivayete göre ise elindeki sopayla Firavun’un başına vurmuştur. Buna öfkelenen Firavun, Mûsâ’nın öldürülmesini emretmiş, fakat Âsiye onun daha çocuk olduğunu ve ne yaptığını bilmediğini söylemiştir. Bunu ispatlamak için de bir tarafa ateş, bir tarafa mücevher koymuş, Mûsâ mücevhere uzanınca Cebrâil elini ateşe yöneltmiş, ateşi alan Mûsâ onu ağzına götürmüş ve bu yüzden dilinde tutukluk oluşmuştur (a.g.e., s. 131). Mûsâ ilâhî nezaret altında yetiştirilmiş, gençlik çağına gelip olgunlaşınca kendisine hikmet ve ilim verilmiştir (Tâhâ 20/39; el-Kasas 28/14).
Hz. Mûsâ’nın kaza ile bir Mısırlı’yı öldürmesi olayı Kur’ân-ı Kerîm’de ve diğer İslâmî kaynaklarda da geçer. Bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî’ye yardım ederken Mısırlı’nın ölümüne sebep olur. Pişman olarak affedilmesini diler ve Allah da onu affeder. Bir gün sonra başka bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî’nin tekrar kendisinden yardım istemesi üzerine Mûsâ ona haksız olduğunu söyleyince bu defa Mûsâ’nın bir adam öldürdüğünü ifşa eder. Mısır’ın ileri gelenleri Mûsâ’yı öldürmek için plan yapar. Bunu haber alan Mûsâ oradan kaçar ve Medyen’e gider. Medyen suyunda iki kıza hayvanlarını sulamada yardımcı olur. Kızların babası Hz. Mûsâ’yı çağırıp başından geçenleri dinler, ona emniyette olduğunu ve sekiz yıl çalışması karşılığında kızlarından biriyle evlenebileceğini söyler. Mûsâ bu teklifi kabul eder ve orada kalır (Tâhâ 20/40; el-Kasas 28/15-28). İslâmî kaynaklara göre hakkında ölüm kararı çıkınca nereye gideceğini bilemeyen Mûsâ’ya bir melek yol göstermiş ve onu Medyen’e götürmüştür. Mısır’dan sekiz günlük mesafedeki Medyen’e varan Mûsâ peygamber Şuayb’ın kızlarından Safura ile evlenmiş ve Medyen’de on yıl kalmıştır (a.g.e., s. 132-134).
Hz. Mûsâ, süresini tamamlayınca ailesiyle birlikte Medyen’den ayrılır. Tûr civarına geldiğinde dağda ateş görür. Yolu soracak birini bulmak veya bir ateş parçası almak için yaklaştığında vadinin sağ yamacından gelen bir sesle kendisine ayakkabılarını çıkarması emredilir ve peygamber olarak seçildiği bildirilir; asâ ve beyaz el (yed-i beyzâ) mûcizeleri verilir. Bu iki mûcize, Firavun ve adamlarına karşı Mûsâ’nın haklı ve yetkili olduğunu göstermek üzere Allah tarafından verilmiş iki delildir (Tâhâ 20/17-23; en-Neml 27/10-12; el-Kasas 28/31-32). İslâmî kaynaklara göre Mûsâ, Medyen’deki süresini tamamlayınca hanımını ve sürüsünü alarak yola koyulur. Soğuk bir kış akşamında Tûr’a varır. Dağda ateş görür, yaklaştığında kendisine seslenilir ve Firavun’a gitmesi istenir. Mûsâ’nın burada bir oğlu olur. Hanımı oğluyla birlikte Şuayb’ın yanına döner (a.g.e., s. 136-139); Mûsâ da Hârûn ile beraber İsrâiloğulları’nı kurtarmak üzere Firavun’a gitmekle görevlendirilir (el-A‘râf 7/103; Yûnus 10/75; Tâhâ 20/25-35, 42-46; Furkān 25/36; eş-Şuarâ 26/10-15; el-Kasas 28/32-35; el-Mü’min 40/23-24; ez-Zuhruf 43/46; en-Nâziât 79/16-17).
Mûsâ, Hârûn ile birlikte Mısır’a dönerek Firavun’a Allah’ın elçileri olduklarını bildirip ondan İsrâiloğulları’nı kendileriyle beraber göndermesini isteyince Firavun şöyle der: “Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yılını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın işi de (adam öldürmeyi) yaptın! Sen nankörün birisin!” Hz. Mûsâ o işi bilmeden yaptığını, korkunca da kaçtığını söyler. Firavun, inkâr ettiği gibi Mûsâ’nın tanrısına çıkmak için Hâmân’dan bir kule yapmasını ister, ayrıca kendisini tanrı kabul etmezse onu hapsedeceğini Mûsâ’ya bildirir. Mûsâ Firavun’a, Allah’ın elçisi olduğunu söyler ve inanması için ona asâ ve beyaz el mûcizelerini gösterir. Bunun üzerine Firavun Mısır’ın önde gelen sihirbazlarını toplar. Sonunda Mûsâ’nın asâsı sihirbazların oyuncaklarını yutar. Sihirbazlar Mûsâ’ya iman edince Firavun tarafından cezalandırılırlar (el-A‘râf 7/104-126; Yûnus 10/83; Tâhâ 20/47-76; eş-Şuarâ 26/16-51; el-Kasas 28/36-37; ed-Duhân 44/17-21). Firavun küfründe ısrar eder, İsrâiloğulları’na baskı ve zulüm daha da artar (el-Bakara 2/49; İbrâhîm 14/6; el-A‘râf 7/127; el-Mü’min 40/23-25; ez-Zuhruf 43/51-54). Bunun üzerine Mûsâ dokuz mûcize gösterir. Bunlar asâ, beyaz el, tûfan, çekirge, haşere, kurbağa, kan, karanlık, Kızıldeniz’in yarılması olarak gösterildiği gibi asâ, beyaz el, denizin yarılması, kayadan su fışkırması, bulut, levhalar, Cenâb-ı Hak ile konuşma, bulutun gölge yapması ve Mûsâ’nın yetmiş kişiyi seçmesi olarak da gösterilir (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “Mûsâ” md.). Firavun ve Mısır halkına bu musibetlerden her biri geldiğinde onlar Mûsâ’ya İsrâiloğulları’nı salıvereceklerini söyler, fakat azap kalktığında sözlerinden dönerler (el-A‘râf 7/130-135; el-İsrâ 17/101).
Bir gece vakti Mûsâ’ya yola çıkması emredilir, Firavun ve adamları da onların peşine düşer. Mûsâ asâsı ile denize vurur ve deniz yarılır. İsrâiloğulları denizi geçer, ancak Firavun ile askerleri boğulur (el-Bakara 2/50; el-A‘râf 7/136; el-Enfâl 8/54; Yûnus 10/90, 92; el-İsrâ 17/103; Tâhâ 20/77-78; eş-Şuarâ 26/52, 53, 60-66; el-Kasas 28/40; ed-Duhân 44/23; ez-Zâriyât 51/40). İsrâiloğulları denizi geçtikten sonra Mûsâ’nın önderliğinde Tûr’a gelirler. Otuz ve on gecelik bir süreyle dağa çağrılan Mûsâ yerine Hârûn’u bırakarak dağa çıkar. Rabbini görmek istediğini söyleyince dağa bakması emredilir, dağ paramparça olur. Daha sonra Hz. Mûsâ’ya ilâhî emirleri ihtiva eden levhalar verilir (el-A‘râf 7/142-145; Tâhâ 20/80). Tûr’dan dönüşte kavminin bir buzağı yapıp ona taptığını gören Mûsâ öfkelenerek levhaları yere atar ve Hârûn’u hırpalar. Ardından kavminden seçtiği yetmiş kişiyle tövbe eder (el-Bakara 2/54, 92; el-A‘râf 7/148-156; Tâhâ 20/85-97). Nihayet Mûsâ kavminden kendilerine vaad edilen topraklara girmelerini ister, fakat onlar kabul etmezler; bunun üzerine oraya girmeleri yasaklanır ve kırk yıl çölde yaşamaya mahkûm edilirler (el-Mâide 5/21-26). Hz. Mûsâ’ya karşı çıkan Firavun, Hâmân ve Kārûn helâk edilir (el-Ankebût 29/39).
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ’nın hayatıyla ilgili başka bilgi yoktur. Kendisinden bahseden bazı İslâmî kaynaklarda ise onun Hârûn’dan sonra üç yıl daha yaşadığı kaydedilir. Rivayete göre Mûsâ, İsrâiloğulları’ndan Tevrat’a uyacaklarına dair söz aldıktan kırk gece veya kırk gün sonra kavminden ayrılmış ve onu bir daha gören olmamıştır. Mezar kazan meleklere rastlayan Mûsâ kabrin kendisine ait olmasını arzu edince isteği kabul edilmiş ve kabre girdiğinde ruhunu teslim etmiştir. Öte yandan Hz. Peygamber’e nisbet edilen bir rivayete göre ölüm meleği Mûsâ’ya gelerek ruhunu teslim etmesini istemiş, Mûsâ meleğe bir yumruk vurarak gözünü kör etmiştir. Melek Allah’ın huzuruna çıkıp durumu arzetmiş, Allah meleğe gözünü iade ettikten sonra tekrar Mûsâ’ya giderek ona eğer yaşamak istiyorsa elini bir sığırın üzerine koymasını, elinin altındaki kıl sayısınca yaşayacağını söylemesini emretmiş, melek söyleneni yapınca Mûsâ meleğe daha sonra ne olacağını sormuş, melek de mutlaka öleceğini bildirmiştir. Bunun üzerine Mûsâ ölümü kabul etmiş, ancak mukaddes diyara bir taş atımı mesafede ruhunun alınmasını istemiştir. Aynı rivayete göre, bu anlatımın sonunda Resûlullah’ın: “Vallahi ben orada olsam onun yol kenarındaki kırmızı kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim” dediği nakledilir (Sa‘lebî, s. 188-190).
Hz. Mûsâ Kur’an’da şu özellikleriyle anılır: O hem resul hem nebîdir, ihlâs sahibidir (Meryem 19/51). Allah’ın risâletleriyle ve sözleriyle insanlar arasında seçkin kılınmıştır (el-A‘râf 7/144). Allah’a, fısıldaşan kimse kadar yaklaşma şerefine nâil olmuştur (Meryem 19/52). Allah tarafından seçilmiştir (Tâhâ 20/13). Allah tarafından ona sevgi verilmiştir ve O’nun nezâretinde yetiştirilmiştir (Tâhâ 20/39). Allah onu kendisine elçi seçmiştir (Tâhâ 20/41). O güvenilir ve şerefli bir elçidir (ed-Duhân 44/17-18). Allah katınde şerefli biridir (el-Ahzâb 33/69). Güçlü ve güvenilirdir (el-Kasas 28/26). Mümin kullardandır (es-Sâffât 37/121-122).
Mûsâ hakkında Kur’an’da yer alan bazı bilgiler Tevrat’takilerle çelişmektedir. Tevrat’a göre Mûsâ’yı sudan çıkaran kadın Firavun’un kızı, Kur’an’a göre ise Firavun’un hanımıdır. Medyen’de Mûsâ’nın yardım ettiği kızların sayısı Kur’an’a göre iki, Tevrat’a göre yedidir. Tevrat’ta Mısır halkına geldiği bildirilen on musibet yerine Kur’an’da onun dokuz mûcizesinden bahsedilmektedir. Tevrat’ta kayadan sadece bir kaynağın çıktığı belirtilirken Kur’an’a göre on iki kaynak fışkırır. Kur’an’da Firavun’un veziri olarak anılan Hâmân’dan Tevrat’ta söz edilmez. Kur’an’a göre Mûsâ bir kastı olmaksızın Mısırlı’yı öldürdüğü için pişman olur, bu pişmanlık Tevrat’ta yer almaz. Mûsâ geceleyin dağda ateş görür ve ondan bir kor parçası almak veya yol sormak için dağa yaklaşır. Tevrat’a göre ise bu olay gündüz olmuştur. Kur’an’da sihirbazların Mûsâ’ya iman ettiği belirtilmekte, fakat Tevrat’ta bu husus zikredilmemektedir. Kur’an’da yer alan Mûsâ ve Hızır kıssası Kitâb-ı Mukaddes’te bulunmamaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Mûsâ, Hz. Muhammed’i müjdeleyen bir peygamber olarak gösterilir, Tevrat’ta da ümmî resulün geleceği yazılıdır (el-A‘râf 7/156). Hz. Mûsâ’ya kitap, suhuf, elvâh verilmiştir (el-Bakara 2/53; el-Enbiyâ 21/48; en-Necm 53/36; el-A‘lâ 87/19). Bazı İslâmî kaynaklara göre ona verilen levhalar yeşil zümrütten ve üzerlerindeki yazılar altındandı. Tevrat’ın Mûsâ’ya vahyedilişi Tîh’te tamamlanmıştır. Mûsâ’ya on sahîfe verilmiş ve bunlar 100 sahîfeye tamamlanmıştır. Ardından ona İbrânîce olarak Tevrat indirilmiştir (Mes‘ûdî, I, 50). Hz. Mûsâ’ya ve Hz. Muhammed’e dini ayakta tutmaları tavsiye edilmiştir (eş-Şûrâ 42/13). Mûsâ da muhatapları tarafından insanları babalarının dininden döndürdüğü için kınanmış (Yûnus 10/78), sihirbazlıkla itham edilmiştir (el-Kasas 28/48). İslâmî gelenekte Hz. Mûsâ’ya “kelîmullah” denilmektedir. Çünkü Allah, Mûsâ ile aracısız konuşmuş ve ona vahyini bildirmiştir.
Hadislerde de Hz. Mûsâ’dan bahsedilmektedir. Resûl-i Ekrem, İsrâ ve Mi‘rac mûcizesi esnasında altıncı kat semada Mûsâ ile karşılaşmış, Mûsâ ona elli vakit namazın farz kılındığını öğrenince ümmetinin buna tahammül edemeyeceğini bildirerek Allah’tan azaltılmasını talep etmesini söylemiştir (Buhârî, “Ṣalât”, 1; “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6). Mûsâ-Hızır kıssası münasebetiyle de hadislerde Hz. Mûsâ’dan söz edilmektedir (Buhârî, “ʿİlim”, 16, 19, 44). Mûsâ’nın çok hayâ sahibi bir kişi olduğu, İsrâiloğulları’nın bir arada ve çıplak yıkanmalarına rağmen onun tek başına yıkandığı hususu hadislerde yer almaktadır (Buhârî, “Ġusül”, 20). Hz. Mûsâ’nın âşûrâ günü oruç tuttuğu ve esmer yüzlü, uzun boylu olduğu da nakledilmektedir (Buhârî, “Cenâʾiz”, 69; “Ṣavm”, 69; “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7).
Kaynakça: https://islamansiklopedisi.org.tr