Constantinus, Licinius ile yaptığı savaşlar süresince Byzantion’un doğal konumundan, Avrupa kıtasının en uç noktası oluşundan ve Boğaz kıyısından Asya’yı görmesinden etkilenmişti. Zaferi kazandıktan sonra kumandanların Büyük İskender’den beri izledikleri bir geleneği devam ettirerek bu askeri başarısının anıtı olarak bir şehir kurmak istedi. Önceleri Troya şehrini yeniden kurmayı düşündü, ancak Boğaz’ın konumu ve üç tarafı denizlerle çevrili bir yer olması nedeniyle Byzantion’a yerleşti. Ayrıca şehrin doğu ve batıdaki sınırlara eşit mesafede ve imparatorluğun doğal kavşaklarında bulunuyor olmasını da göz ardı edemezdi. Geleneğe göre bir meleğin rehberliğinde şehrin alanını belirlemişti. Şehir gerçekten muazzamdı, eski Byzantion’dan kat kat büyüktü ve çok güçlü surlarla korunuyordu.
324 yılından şehrin adandığı 330 yılına kadar Constantinus kendine ve kurmak istediği yeni düzene layık güzle bir şehir yaratmak için şehrin planlaması ve süslenmesinde hiçbir masraftan kaçınmadı, antik dünyaya ait büyük anıtları ortadan kaldırdı. Antik Roma’ya ait özellikleri yedi tepeden forum meydanına kadar yeniden canlandırmayı, ayrıca vergiden muaf, bol eğlence ve bedava yiyecek sunulmuş bir nüfus oluşturmayı özellikle istiyordu. Şehre sonraları Konstantinopolis, yani Constaninus’un şehri dense de yeni ismi Nea (Yeni) Roma’ydı.
Constantinus, şehrin çehresini güzelleştirecek yeni yapıların inşasını yönetti: Büyük Saray, Ayasofya Katedrali, üniversite, hipodromlar, hamamlar ve kendi mezar yeri olan Kutsal Havariler Kilisesi de dahil olmak üzere çok sayıda kilise. Şehir 11 Mayıs 330 tarihinde büyük kutlamalar ve eğlenceler eşliğinde kuruldu.
Constantinus kesinlikle yeni bir başkent inşa etmeyi ya da başkenti Roma’dan alıp Doğu’ya taşımayı düşünmedi. Aslında “başkent” düşüncesinin kendisi bile Romalı zihnine uzaktı, ancak Konstantinopolis’in konumu şehri büyük bir yer olmaya yazgılı kılıyordu. Boğaz’ın sularıyla oluşan doğal savunma hattı, barbarların yüzyıllar boyunca düzenledikleri pek çok saldırıya direnmişti. Dahası, Constantinus’tan sonra tahta çıkan pek çok halefi Konstantinopolis’te kalmayı sürdürmüş, bu da Bizans kurumlarının bu imparatorluk şehrinde ortaya çıkmasına neden olan pek çok önemli sonuç doğurmuştu. Bu nedenle, Hıristiyan Kilisesi’yle Roma devleti arasında oluşan bağ ile beraber Konstantinopolis’in kuruluşu ilk Bizans imparatorundan geriye kalan en uzun soluklu başarılardan bir tanesiydi.
Kaynakça : http://www.tarihtensayfalar.com