Günlük yaşamın alışkanlıkları arasında yer alan, ne var ki aşırı ve sürekli alındığında kaçınılmaz biçimde ”bağımlılıkla” sonuçlanan alkol kullanımı, pek ayırdına varılmasa da kamu sağlığını tehdit eden en sinsi afetlerden biri. Çok yakın bir süre önce alkol kullanımıyla ilgili olarak yayımlanan iki rapor, çoğunca hafife alınan ”alkol” alışkanlığı ve ”bağımlılığının” kamu sağlığında neden olduğu korkunç yıkımı dile getirmektedir. Ciddi Le Monde’un birinci sayfasında manşetten verdiği habere göre, Fransa alkol tüketiminde 1996 rakamlarıyla kişi başına yılda 15.6 litreyle Avrupa şampiyonudur. Aslında 1960’lı yılların sonundan bu yana alkol tüketiminde bir azalma gözlenmektedir. Örneğin 15 yaş üstündeki yetişkinlerde 1980’de yılda 22.3 litre olan saf alkol tüketimi, 1990’da 16.6’ya gerilemiş, ancak ”Kamu Sağlığı Yüksek Kurulu” nun (HCSP) 2000 yılı için 11.3 litre hedefinin bir hayli uzağında kalınmıştır. Fransa’da, toplam olarak, 18 yaşın üstündeki erkeklerin yüzde 15.9’u, kadınların ise yüzde 5.1’i aşırı alkol kullanmaktadır.
Le Monde’un konuyla ilgili başyazısında Fransa’nın alkol tüketimindeki performansını ”utanç” olarak nitelemesi, kuşkusuz, nedensiz değil. Profesör Philippe-Jean Parqet ve Michel Reynaud tarafından kaleme alınan rapor, Fransa gibi bir ileri sanayi ülkesinde bile alkolizmin önlenmesi, bağımlıların teşhisi ve tedavisiyle ilgili olanakların yetersizliğini ortaya koymakta ve bu konuda acilen alınması gereken önlemleri dile getirmektedir.
Sağlık Bakanı Bernard Kouchner ”kuru uyuşturucu” olarak nitelediği alkolü, ”kamu sağlığının” bir numaralı düşmanı saymaktadır. Ancak, ne denli yetersiz de olsa, alkolün toplumsal yaşamdaki yıkımları konusunda giderek artan bir bilinçlenmenin olduğu da söylenebilir. Kamu sağlığı kültürü, toplumda artan biçimde kabul görmektedir. Alkol tüketiminde 60’lı yılların sonundan itibaren gözlenen azalma eğilimi de esasen bunu kanıtlamaktadır.
Bugün Fransa’da alkol tüketimleri tıbbi bakım gerektiren 5 milyon insan mevcuttur. Bunun 2 milyonu ”alkol bağımlısı” dır. Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı araştırmaya göre, 1996-1997 yıllarında alkolizm, deklare edilen bir hastalık olarak devlete en az 80 milyar franka mal olmuştur. Bu rakam, Gayri Safi İç Hasıla’nın yüzde 1’ine tekabül etmektedir. Aşırı alkol almaktan her yıl 40 bin kişi hayatını kaybetmektedir. Trafik kazalarının üçte biri, ev kazalarının yüzde 20’si, iş kazalarının yüzde 15’i, aile içi şiddetin yüzde 80’i alkolden kaynaklanmaktadır.
Alkolün toplumsal yaşamdaki yıkımıyla ilgili ikinci rapor kilise tarafından yayımlanmıştır. Fransız Kilisesi’nin ”sosyal komisyonu” nun geçen 12 Mart’ta kamuoyuna açıklanan araştırmasında ”alkolizm” , ”katı uyuşturucular” sınıfına dahil edilmiştir. Çoğunca ”doğal” , dahası ”sıradan” olarak görülen ve ”hoşgörüyle” bakılan ”alkol” uzun süre ve aşırı kullanıldığında esrardan, sayıca ele alındığında eroinden, sonuçları itibarıyla da ”tütünden” çok daha tehlikelidir.
Alkol tüketimi açısından Türkiye’nin durumunun Fransa’dan parlak olduğu söylenemez. Kişi başına yılda ortalama olarak 20.85’le Fransa’nın da önünde sayılması gerekir. Ama daha da tehlikeli olan, Avrupa’da alkol tüketiminin giderek azalmasına karşın Türkiye’de bu tam tersine, büyük bir hızla artmaktadır. Örneğin bizim çaresiz ve güçsüz Yeşilay’ın verilerine göre, 1950’li yıllarda kişi başına tüketilen alkollü içki miktarı 1 litre iken 1998’de 16 litreye çıkmıştır. Araştırmalara göre, Türkiye’de 17 milyon kişi alkol almaktadır. Alkoliklerin sayısı ise 7 milyonun üzerindedir.
Durum, bir başka felaket olan ”tütünde” de farklı değildir. Batı dünyasındaki reklam kısıtlamaları, alınan çeşitli önlemlerle gerileyen ”sağlığa zararları” bilimsel olarak saptanan ”alkol” ve ”tütün” , Sağlık Bakanlığı’nın suskunluğu, uluslararası ticaretin kutsal dokunulmazlığıyla bu konuda meydanın bütünüyle boş olduğu Türkiye’nin üzerine boca edilmiştir. Dünyanın hiçbir ülkesinde kamu sağlığı Türkiye’deki kadar ”kenara itilmiş” değildir.
Alkollü içkileri ve tütünü özendiren tüm araçlar, göstermelik bir-iki kısıtlamaya karşın en geniş biçimiyle kullanılmaktadır. Buna karşılık, giderek artan alkolizm tehlikesiyle ilgili uyarı, teşhis ve tedavi olanakları acınacak ölçüde yetersizdir. Daha da kötüsü, bu konuda devletin umut verici herhangi bir girişimi de ufukta görünmüyor.
PSİKOLOJİK NEDENLER
Alkol bağımlılığının psikodinamik nedenini açıklamaya yönelik kuramlar, aşırı baskıcı üstbenlik ve ruhsal-cinsel gelişimin oral dönemindeki saplanmalar üzerine odaklaşmıştır. Psikoanalitik kurama göre aşırı katı ve baskıcı üstbenlikleri olan kişiler alkolü bilinçdışı gerginliklerini azaltmak için içerler. Bilinen psikoanalitik özdeyişde söylendiği gibi, katı üstbenlik alkol içinde erir. Freud oral döneme saplanmış kişilerin bunaltılarını alkol gibi maddeleri ağız yoluyla alarak azalttıklarını, oral doyum sağladıklarını düşünür. Bir diğer görüşe göre, alkoliklerde oral dönemle ilgili olarak önemli engellenme ve güçlükler nedeniyle, engelleyici anneden babaya doğru bir yönelme sonucu gizil eşcinsellik eğilimlerinin bulunduğudur.
Psikodinamik kuramlar alkol bağımlılarının kişilik özelliklerini incelediklerinde bağımlılığa özgü bir yapıyı tam olarak bulamamışlardır. Ancak genel olarak bağımlı, utangaç, yalnızlığa eğilimli, bunaltısı yoğun, engellenmeye dayanma gücü düşük, ürkek, gergin, eyleme vuruk, aşırı duyarlı ve cinsel dürtülerini bastırmış kişiler olarak tanımlarlar. Ayrıca antisosyal kişilik özelliklerinin alkol bağımlılarında daha sık olduğu bilinmektedir.
DAVRANIŞ BOZUKLUĞU Davranış bilimciler sürekli alkol almayı öğrenilmiş bozuk bir davranış olarak görürler. Alkol alımının gerginliği azaltan, rahatlatan özellikleri gibi olumlu pekiştirici yanları ilk alkol alımından sonra bu davranışın sürmesine katkıda bulunur. Kişiler sıkıntı ve sorunlarla baş etmede zorlukları olduğunda alkole yönelirler ya da aldıkları alkol miktarını arttırırlar. Ayrıca aile büyükleri ve akrabaların içme alışkanlıkları da kişilerin içme davranışını etkiler.
SOSYOLOJİK NEDENLER
Gelenek ve töreleri ile alkolü onaylamayan toplumlarda alkolizm oranının az olduğu düşünülür. Kimi iş kolları ve çalışma ortamlarında -otel, içkili lokanta, bar, pavyon,yurtlar, gemiler, vb- çalışan kişilerde alkollü içki tüketimi daha yüksektir. Alkolün kolay ve ucuz elde edilebilirliği de önemli başka bir etkendir.
BİYOLOJİK NEDENLER
Alkoliklerde görülen fizyolojik ayrılıkların alkolizmin nedeni mi olduğu, yoksa kötü beslenme, fazla miktarda alkol alımı ve aşırı zorlarla dolu bir yaşam biçiminden mi kaynaklandığı kesin olarak bilinememektedir. Alkolün sinir sisteminde yol açtığı kimyasal değişikliklere dikkat çekilmiş, alkol bağımlılığının gelişiminde ventral tegmental alan, hipotalamus ve nucleus accumbensden geçen dopaminerjik, GABAerjik, noradrenerjik ve serotonerjik yolların etkinliklerinden söz edilmiştir. Alkolün santral sinir sisteminde endojen opioid sistemle etkileştiği, opiyat benzeri maddeler oluşturduğu ve bağımlılığın bunlar aracılığıyla geliştiği düşünülmektedir.
kalıtımsal etkenler: Birincil alkol bağımlılığının oluşumunda kalıtımsal etkenlerin önemi uzun yıllardır vurgulanmaktadır. Alkol bağımlılarının ailelerinde birinci derece yakınlarda bağımlılık oranı 3-4 kat daha yüksektir. İkiz çalışmalarında tek yumurta ikizlerinde bağımlılık oranının çift yumurta ikizlerine ya da ayrı cinsiyetteki kardeşlere oranla daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Yapılan araştırmalarda kişinin alkolizme olan yatkınlığının derecesi birçok gen tarafından belirlenir (poligenetik), bu kalıtımsal etkenlerin çevresel etkenlerle birlikte alkolizme yatkınlığa yol açtığıkanısına varılmıştır.
SAYFA BAŞI
Alkolizm çoğunlukla genetik yoldan geçen, biyokimyasal bir bozukluktur. Ancak, yüksek dozda ve çok sık alkol tüketimine bağlı olarak geliştirilen alkol bağımlılığı da yoğunlukla görülmektedir. Bunların yanı sıra psikolojik ve sosyal baskılar hastalığı etkinleştirici sebeplerdir. İleri dönemlerde hastalık, vücudun tüm sistemlerine en çok da kardiovaskular sisteme, sinir sistemine ve karaciğere zarar verir. Ne yazık ki, bu üç bölgedeki tahribat ölümcül sonuçlar doğurur.
Alkolizm, bir kişinin devamlı ve kendisine zarar verecek ölçülerde alkollü içecek almasıyla oluşur. Alkol, fiziksel ve psikolojik zararlarının yanısıra sosyal ve ekonomik açıdan da felaketler doğurur. Alkolizm hastalığının en önemli belirtisi, kişinin sürekli ve çok miktarda alkol alarak bunun sonucunda da davranış değişikliği göstermesidir. Sonunda kişi kendisine hakim olamayacak kadar bağımlı hale gelir ve kendini kaybetmeye başlar. Kişi artık alkolsüz yaşayamayacak hale gelmiştir.
Genellikle alkolizmin tanımı tanımlayan kişiye göre değişir. En basit anlamda ve en eski tanımı, kronik ve aşırı alkol alınmasıyla oluşan hastalıktır. Bağımlılığın farmakolojik ve psikolojik tanımı, gittikçe artan dozlarda alkol alma isteğidir. Ancak bu tanım da çok yeterli değildir, çünkü alkolizm diğer bağımlılıklara pek benzememektedir. Afyon bağımlıları, gittikçe artan dozlarda ve sonunda öldürücü miktarda madde ihtiyacı duyarlar, ancak alkoliklerin ihtiyaç duyduğu alkol miktarı tek seferde öldürücü olmamaktadır.
Alkolizmi tanımlamak için en belirgin sinyal kişinin davranış şeklidir. Modern tıp; alkolizmi sebebi bilinmeyen, belirgin anatomik işaretleri olmayan ve alkol bağımlılığıyla ortaya çıkan bir hastalık olarak tanımlar. Ayrıca, hem psikolojik hem de fiziksel tıp, alkolizmin bir başka hastalığın, çoğunlukla da psikolojik bir bozukluğun, semptomu olabileceğini söylemektedirler. Bu anlamda, alkolizm, kronik, ilerleyen bir hastalıktır ya da psikolojik veya fiziksel bir başka hastalığın belirtisidir. Hastalığın özeliği alkol bağımlılığıdır ve her alkol kullanımından sonra kişi kontrolünü kaybeder. Alkolizm hastası, fiziksel ya da psikolojik sıkıntısını gidermek için alkol tüketir ve sonunda alkollü içecek tüketimi hastanın fiziksel, zihinsel, sosyal ve ekonomik hayatını engelleyecek boyutlara ulaşır. Bu noktada, hiç şüphesiz, hastalığın en önemli ipucu kişinin alkol yüzünden hayatının engellenmesidir.
Alkol aldıktan sonra hastanın kontrolünü kaybetmesi, içmeye başladıktan sonra bırakamaması, alkoliğin içmeyi engelleyemediğini göstermektedir. Bir alkolik içmeye başlar, çünkü kendini tutamaz. Alkoliklerin çoğunluğu içtiği zaman kontrolünü kaybeder, ancak tüm hastalıklarda olduğu gibi istisnalar vardır. Bazen bir alkolik, içmeden durabilir, kendi kendine ve çevresine bağımlı olmadığını ispatlamaya çalışır. Bazen daha kontrollü içebilir.
Alkolizmin bir başka tanımı da, kişinin iç dünyasıyla yada çevresiyle ilgili zor durumlardan kurtulmak için edindiği alkol içme bağımlılığıdır. Bu tanım, alkolizmin bir başka psikolojik ya da fiziksel bozukluğun dışa vurumu olabileceği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Kişi alkol almayı öğrenip bu bağımlılığı edindikten sonra, alkolizm esas hastalık haline gelip, alta yatan esas hastalığı yok etmekte ya da üstünü örtmektedir.
Görüldüğü üzere, alkolizmin oldukça çok tanımı, türü ve sebebi bulunmaktadır. Hekimler hastanın, hangi gruba dahil bir alkolik olduğunu, onun alkol alma sıklığını ve miktarını, davranış biçimini, alkolizminin ortaya çıkışını, gelişimini yaptıkları testlerle, uyguladıkları anketlerle tespit etmekte ve buna uygun bir tedavi şekli uygulamaktadırlar.