II. Mehmet (Meḥmed-i s̠ānī), bilinen ismiyle Fatih Sultan Mehmet Han, kısaca Fatih veya Batı’da kullanılan takma ismiyle Grand Turko (Büyük Türk) (30 Mart 1432 – 3 Mayıs 1481), Osmanlı İmparatorluğu’nun 7. padişahıdır. Tarihî kaynaklarda ismi, Mehmet isimli diğer padişahlarınki gibi, Muhammed şeklinde geçer. İlk olarak 1444-1446 yılları arasında kısa bir dönem, daha sonra 1451’den 1481 yılında ölümüne kadar 30 yıl boyunca hüküm sürdü.
II. Mehmet, 21 yaşında İstanbul’u fethederek 1480 yıllık Roma İmparatorluğu’nun varisi olan Doğu Roma İmparatorluğu’na son verdi ve bu olay birçok tarihçi tarafından Orta Çağ’ın sonu Yeni Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edildi. Fetih’ten sonra Fethin Babası anlamına gelen “Ebû’l-Feth” daha sonraki dönemlerde ise “Çağ Açan Hükümdar” ve “Kayser-i Rûm” (Roma İmparatoru ) unvanları ile anıldı.
Fatih, İslam peygamberi Muhammed’in “Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fethedecek komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” hadisine nâil olduğu için günümüzde Türkiye ve İslam dünyasının geniş bir kesiminde “kahraman” olarak kabul edilmektedir.
Fatih Sultan Mehmet, Sultanü’l-Berreyn ve Hakanü’l-Bahreyn (İki Karanın ve İki Denizin Hükümdarı) olarak tanınırdı.
1)ŞEHZADELİK DÖNEMİ:
27 Receb 835 (30 Mart 1432) Pazar günü şafak vaktinde, devletin başkenti olan Edirne’de, II. Murad’ın dördüncü[20] oğlu olarak dünyaya geldi. Annesi Hüma Hatun, tarihçi Babinger ve yazar Lord Kinross’a göre gayrimüslim bir köledir. Yine Babinger’e göre, ölümünden sonra İran efsanelerindeki cennetkuşu hümadan esinlenilerek Hüma Hatun olarak adlandırılmıştır.[21][22]
Mehmed 2 yaşına kadar Edirne’de kaldıktan sonra 1434’te sütninesi ve küçük ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte 14 yaşındaki büyük ağabeyi Ahmed’in Rum sancakbeyi olduğu Amasya’ya gönderildi. Burada ağabeyi Ahmed’in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed 6 yaşında Rum sancakbeyi oldu (İnalcık’a göre şüpheli). Diğer ağabeyi Alâeddin Ali ise Manisa’da Saruhan sancakbeyi oldu. 2 yıl sonra babaları II. Murad’ın talimatıyla iki kardeş yer değiştirdiler ve Mehmed Saruhan sancakbeyi oldu.
Mehmed’in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. Ancak zeki olduğu kadar hırçın bir çocuk olan Mehmed’in eğitilmesi kolay olmadı. Sonunda babası heybetli ve otoriter bir alim olan Molla Gürani’yi görevlendirdi. Anlatılana göre Murad, Gürani’ye bir değnek vermiş ve Mehmed itaatsizlik ederse kullanmasını söylemişti. Molla Gürani Mehmed’e, dersini dikkate almayan bir öğrencinin hocası tarafından dövülmesi ile ilgili edebi bir cümleyi inceletmiş, Mehmed durumun ciddiyetini kavrayarak eğitimine önem vermeye başlamıştır.
Şehzade Mehmed’in medrese kökenli hocalarının yanı sıra bilgi edindiği Batılı şahsiyetler de bulunmaktaydı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına önayak olmuştu. Bu durum Şehzade Mehmed’e çok-kültürlülük kazandırmıştır. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan II. Mehmed’in şehzadelik yıllarına ait olan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmet’in Arapça ve Farsçanın yanı sıra Latince, Yunanca ve İtalyanca bilmesi bu dönemdeki münasebetlerine dayandırılmaktadır.
2)TAHTA İLK ÇIKIŞI ( Ağustos 1444 – Eylül 1446 ):
II. Murad 1443 yazında Karaman beyi İbrahim’i Anadolu’da yenilgiye uğrattıktan sonra Ekim ayında Edirne’ye döndüğünde János Hunyadi, Macar Kralı Ladislas ve Sırp Despotu Yorgo Brankoviç önderliğinde bir Hristiyan ordusunun Tuna’nın güneyindeki Osmanlı topraklarını istila etmeye başladığı haberini aldı. Aynı dönemde Amasya’dan Şehzade Ali’nin öldüğü haberi geldi. İki ağabeyinin erken yaştaki ölümleri sonucu Mehmet tahtın vârisi oldu. Murad Hristiyan ordusunun 25 Aralık’ta İzladi’de durdurulmasının ardından başlayan müzakereler sırasında Mehmet’i Manisa’dan Edirne’ye getirtti. 12 Haziran 1444’te Edirne’de Macarlarla antlaşma yaptıktan bir ay sonra oğlu Mehmed’i Edirne’de Sadrazam Çandarlı Halil Paşa denetiminde “kaymakam” olarak bırakarak Hamidili topraklarını işgal eden Karamanlıların üzerine yürümek üzere Anadolu’ya geçti ve Karamanlılar’la Yenişehir’de bir anlaşma yaptı.[29][30] Yenişehir’den ayrıldıktan sonra Ağustos ayında Mihaliç’te yeniçeri ağası Hızır Ağa ve diğer beylere tahttan oğlundan yana resmen çekildiğini duyurdu ve ordusu Edirne’ye dönerken kendisi Bursa’da kaldı.
II. Murad’ın 1444 yazında doğuda ve batıda barışı sağladığını düşünerek tahttan çekilmesi Edirne’de bir otorite boşluğu yaratarak devleti buhrana sürükledi. Dış siyasette ihtiyatlı davranmayı tercih eden Sadrazam Çandarlı Halil Paşa ile Mehmet’in etrafında toplanmış olan Şahabettin, Zağanos, Turahan paşalar arasında rekabet baş gösterdi Bu rekabet 1444-1453 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde yaşanan başlıca politik gelişmelerin belirleyici etmenlerinden biri olmuştur Ağustos başında Kral Ladislas’ın Osmanlılarla yapılan barışı geçersiz sayarak yeni bir Haçlı Seferine çıkacağını ilan etmesi başkent Edirne’de paniğe yol açtı ve halk şehri terk etmeye başladı. Konstantinopolis’te Rumların himayesinde olan ve Osmanlı tahtında hak iddia eden Orhan Çelebi de bu dönemde Çatalca yakınlarında İnceğiz’e ve Dobruca’ya geçerek bir isyan girişiminde bulundu. Bu girişim Şahabettin Paşa tarafından önlendi ve Orhan Çelebi Konstantinopolis’e kaçtı. Aynı dönemde başkentte kendini Hurufilik taraftarlarının elçisi olarak tanıtan bir İranlı halktan epey yandaş toplamıştı. Mehmet de İranlının öğretisine ilgi duymuş ve koruması altına almıştı. Ancak Müfti Fahreddin ve Sadrazam Halil Paşa’nın bu duruma tepki göstermesi üzerine Mehmet çok geçmeden desteğini çekmek zorunda kalmış ve sonunda başkentte bir Hurufi katliamı yaşanmıştı. Fahreddin-i Acemi tarafından “kâfir oldukları” gerekçesiyle Hurufiler’in canlarının alınması gerektiği yolunda bir fetva çıkartılması üzerine Hurufiler diri diri yakılarak öldürülür. Bu sırada şehirde çıkan yangında bedesten ile birlikte 7.000 ev kül olmuştu.
Eylül ayı sonlarında Kral Ladislas önderliğindeki Hristiyan ordusu Tuna’yı aşarak Edirne’ye doğru yürürken bir Venedik filosu da Çanakkale Boğazı’nı kapattı.
Sadrazam Halil Paşa’nın çağrısıyla II. Murad Anadolu Hisarı’nın bulunduğu noktadan Rumeli’ye geçerek Edirne’ye geldi ve 10 Kasım 1444’te Hristiyan ordusunu Varna’da ağır bir yenilgiye uğrattı. Varna Savaşı sırasında ve sonrasında Mehmed tahttan çekilmemişse de fiilen padişah II. Murad’dı. Zağanos ve Şahabettin paşalar genç padişahın otoritesini güçlendirmek için Mehmet’i Varna Savaşı’na götürmek istemişler ama Sadrazam Halil Paşa buna mani olmuş ve onlara karşı II. Murad’a gerçek padişah muamelesi yapmıştı. Ancak II. Murad savaştan sonra oğlunun konumunu Konstantinopolis’teki Orhan Çelebi’ye karşı zayıflatmamak için fiilî durumu hakiki bir cülus haline getirmeden Manisa’ya çekildi.
Murad 1446’nın Mayıs ayında Sadrazam Halil Paşa’nın çağrısıyla bir kere daha Edirne’ye tahtına döndü. Bunun sebebi Mehmet’in Konstantinopolis’e saldırma planları yapıyor olmasıydı. Halil Paşa kendi gücünü zayıflatacağı düşüncesiyle bu saldırıya karşı gelirken Mehmet’in yandaşı olan Zağanos ve Şahabettin bu planı destekliyordu. Sonunda Halil Paşa bir yeniçeri isyanı düzenleyerek Mehmet ve yandaşlarını iktidardan uzaklaştırdı. Murad’ın yeniden tahta geçmesi üzerine Mehmet, Manisa’ya çekildi, Zağanos Paşa da Balıkesir’e sürgüne gönderildi.
3)MANİSA DÖNEMİ:
O dönemde 12 yaşında olan II. Mehmet’in sultanlığı kısa sürmüş ve II.Murad tekrar tahta geçmiştir. Her ne kadar kısa sürmüş olsa da, II. Mehmet’in bu tecrübeden öğrendikleri, gelişen olaylar karşısında alması gerektiği tavır, yapması gereken işler ve yönetim boşluğuna sebep vermeyecek davranış biçimi ve kararlılık hususunda önemli dersler içermektedir. Kendi idaresi döneminde toprak kaybı yaşanması, imtiyaz verilmesi, isyan çıkması, iç karışıklık, devlet erkanı arasındaki uyumsuzluk ve rekabet, en önemlisi de tahtın devrine sebep olabilecek Orhan Çelebi’nin harekete geçmiş olması gibi olayların vuku bulması, erken yaşta yöneticilik vasfı olgunlaşmamış II. Mehmet’e tahta tekrar geçeceği zamana kadar kendisini geliştirmesi yönünde büyük katkılar sağlamıştır.
Sultanlık makamlığından azledilen II. Mehmet, daha önceki sancağı olan Manisa’ya gönderilmiştir. Burada alelade bir şehzade gibi değil, sultan gibi yaşıyor, davranıyor, hükümler alıyor ve icraatlarda bulunuyordu. Bu duruma Babinger’in, Mehmet’in Manisa’ya gayrimemnun gittiğini söyleyerek açıklık getirmesine karşın, İnalcık başka kaynakları esas alarak farklı bir yorumda bulunmuştur.
Tursun Bey, Heşt Bihişt, İbn İlyas ve Kaşifi’nin aktardıklarını söyleyerek, II. Mehmet’e Anadolu’nun idaresinin verildiğini belirtmiştir. Özellikle Kaşifi’nin kaydettiğine göre, Varna muharebesi, Kocacık Hisarı muhasarası ve Kosova muharebesi sırasında II.Mehmed sultan, II.Murat ise onun yardımcısı gibi bir tavır takınmışlardır. (İnalcık, Fatih Devri Üzerine Tetkikler I 1954, 105 -107)
II. Murad’ın tavrı ele alınırsa, kendisinin ikinci kez tahta çıkışının, kendi gücünü pekiştirmekle ya da oğlunu tahttan indirmekle bir ilgisi olmadığı sonucu çıkar. Halihazırda tek varis durumunda o lan II.Mehmed ’in tahtını garanti altına almak, onun güçlenmesini sağlamak ve devlet erkanınca II.Mehmet’in gelecekteki otoritesine karşı olabilecek saldırıları ya da isyanları saf dışı bırakmak amacıyla, tahtın otoritesini kullanmakta olduğu görülmektedir. Bu beş yıllık geçiş döneminde Macar istilalarına karşı savaşan II.Murad, İstanbul’un fethi için gerekli ön düzenlemeyi yapmıştır. (İnalcık, Fatih Devri Üzerine Tetkikler I 1954, 109)

4)TAHTA İKİNCİ ÇIKIŞI ( 3 Şubat 1451-3 Mayıs 1481 ):
II. Mehmet’in gelinle Manisa’ya gitmesinden az sonra Çandarlı tarafından gönderilen gizli bir mektup babasının öldüğünü ve acele payitahta hareket etmesini bildiriyordu (8 Muharrem 855 / 10 Şubat 1451). II. Mehmet süratle Gelibolu’ya geldi. O sırada babasının ölüm haberi yayılmış ve Edirne’de yeniçeriler ayaklanmıştı. Çandarlı Halil Paşa üzerlerine asker göndererek durumu kontrol altına aldı ve yeni padişah adına bağış vaat etti. Yeniçeriler “Çandarlı Halil’e olan saygıları sebebiyle” yatıştı. Mehmet, 16 Muharrem 855’te (18 Şubat 1451) on dokuz yaşında ikinci defa Osmanlı tahtına çıktı. Manisa’da geçirdiği beş yıl onu olgunlaştırmıştı. Bu sırada siyasî durum da düzelmişti. Çandarlı’nın siyaseti ve II. Murad’ın Mora (850/1446), Arnavutluk ve Kosova (852/1448) zaferleri, Eflak’ta Yergöğü’nün alınması (853/1449) Balkanlar’da Osmanlı nüfuz ve hâkimiyetini tekrar kuvvetle yerleştirmiş, yeni Haçlı girişimlerine karşı Avrupa’nın cesaretini kırmış, İstanbul fethini de yakınlaştırmıştı.
Sultan II. Mehmet’in cülûsu düşmanları ümitlendirdi. İlk saltanatı sırasında devletin düştüğü perişan durumu hatırlayanlar Osmanlı Devleti’ne yeni bir darbe vurma zamanının geldiğine hükmetmişlerdi. Balkanlar’da ve Anadolu’da tâbi devletler, hatta Bizanslılar tehditle tavizler kopardılar, saldırıya geçtiler. Anadolu’da Karamanoğlu İbrahim Bey, Hamîd İl’i’nde bazı kaleleri ele geçirdiği gibi Germiyan’da, Aydınİl’inde ve Menteşe İl’inde eski hanedan üyeleri ortaya çıkıp duruma hâkim oldular. Bu zor durum karşısında II. Mehmet yeniçerilere dayanan Çandarlı Halil’i veziriazamlıktan ayırmadı. Fakat Anadolu beylerbeyliğine Uzguroğlu Îsâ Bey yerine İshak Paşa’yı gönderdi; Şehabettin Paşa ikinci vezir oldu, Sarıca ve Zağanos da divana girdiler.
II. Mehmet, Sırplar ve Bizanslılar ile babasının yaptığı antlaşmaları onayladı. Anadolu’daki durum dolayısıyla Sırp Despotu Georg Branković’e bazı yerler bırakıldı. Bizans İmparatoru Konstantin de Çorlu’ya kadar olan bir kısım yerleri ele geçirdi; saltanata rakip olabilecek İstanbul’daki Şehzade Orhan Çelebi’nin masraflarına karşılık kendisine yıllık 300.000 akçe ödenmesi kabul edildi. II. Mehmet, bir Macar saldırısı ihtimaline karşı beylerbeyi Karaca Paşa’yı Sofya’ya gönderdi ve mayıs ayı içinde kendisi ordu ile Anadolu’ya geçti. Akşehir’e geldiği zaman Bizans elçileri arkasından yetişerek Orhan Çelebi’yi serbest bırakmakla tehdit ettiler ve yeni taleplerde bulundular.
5)KONSTANTİNİYE’NİN/İSTANBUL’UN FETHİ ( 6 Nisan-29 Mayıs 1453 ):
Mehmet kuşatma hazırlıklarına 1451 sonlarında başladı. Boğaz’ın Anadolu yakasında büyük dedesi Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın inşa emrini verdi. İmparator Konstantinos Mehmet’e hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildirmek için elçiler gönderdi ancak Mehmet elçileri kabul etmedi. İmparator en son 1452’nin Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmet elçileri yine reddetti. Bunun anlamı savaştı. Hisar 1452’nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. Boğazdan geçecek gemiler bundan böyle geçiş parası ödemek zorundaydı. Aksi takdirde gemiler top atışıyla batırılacaktı. 1452 sonlarında ödeme yapmayı reddeden bir Venedik gemisi batırılmış, kaptanı ve tayfası tutuklanmıştı. Söz konusu toplar Erdelli Urban adında bir top dökümcüsü tarafından yapılmıştı. Mehmet kendisinden Konstantinopolis’in surlarını yıkabilecek güçte bir top yapıp yapamayacağını sormuş Urban da “Ne Konstantinopolis, ne de Babil’in surlarının karşı koyabileceği bir top yapabileceğini” söylemişti.
Öte yandan bu gelişmeler karşısında İmparator Konstantinos, Papa ve İtalyan şehirlerinden umutsuzca yardım talebinde bulundu ama bunlar sonuçsuz kaldı. Yalnızca Cenova 1452’nin Kasım ayında yardım göndermeye karar verdi ve Giovanni Giustiniani komutasında 700 asker taşıyan Ceneviz kadırgaları 26 Ocak 1453’te Konstantinopolis’e vardı. İmparator Konstantinos, Giovanni Giustiniani’yi kara kuvvetlerinin başkumandanı yaptı. Kostantinopolis’teki asker sayısı 8 bin civarındaydı, limanda 26 savaş gemisi bulunuyordu. Daha evvel 700 İtalyanı taşıyan 7 Girit ve Venedik gemisi Şubat ayında şehirden kaçmıştı. Osmanlı ordusundaki asker sayısı ise en az 50 bindi. Ayrıca Mehmet yalnızca karadan kuşatmanın yeterli olmayacağını düşünerek bir donanma hazırlatmıştı. Bu donanma bahar aylarında boğazın Marmara girişine vardı.
Osmanlı ordusu 23 Mart’ta Edirne’den hareket etti ve 2 Nisan’da Konstantinopolis’e vardı. Aynı gün Haliç’in girişi zincirle kapatıldı. Karargâhını Romanus kapısının karşısına Maltepe’ye kuran Mehmet son kez teslim çağrısında bulundu ama imparator reddetti.
6 Nisan sabahı ilk saldırı başladı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. İmparator Konstantinos, Giustinani ile birlikte Romanus kapısını savunuyordu. Şehzade Orhan da Marmara kıyısındaki kıtalardan birini yönetiyordu. 20 Nisan günü Papa’nın gönderdiği 3 Ceneviz gemisi ve Sicilya’dan gelen bir Rum yük gemisi şehrin açıklarında belirdi. Marmara denizinde yapılan savaşın sonunda akşam saatlerinde 4 gemi Haliç’e girmeyi başardı. Donanmasını bir şekilde Haliç’e indirmesi gerektiğini anlayan Mehmet gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bugünkü Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya uzanan güzergaha kalaslar döşendi ve 70 kadar gemi silindirler üstünde 22 Nisan sabahında Haliç’e indirildi. Böylece Haliç’in kontrolü Osmanlıların eline geçti. Öte yandan kuşatmanın 7. haftasında Osmanlılar hâlâ kesin bir sonuç alamamıştı. Bu noktada Halil Paşa son bir kez Mehmet’i teslim çağrısı yapmaya ikna etti ancak imparator teklifi yine reddetti. Bunun üzerine Mehmet 24 Mayıs’ta ayın 29’unda karadan ve denizden büyük bir saldırı yapacağını duyurdu.
Son saldırı hazırlıklarını Zağanos Paşa düzenledi. Osmanlı ordusu 29 Mayıs’ın ilk saatlerinde taarruza başladı. Osmanlılar son taarruzu üç dalga halinde gerçekleştirdiler. İlk iki saat boyunca başıbozuklar surlara saldırdılar, ardından Anadolu birlikleri onların yerini aldı. Son olarak öldürücü darbeyi vurmak üzere yeniçeriler devreye girdi. Bu sırada yaralanan Giustiniani’nin savaş alanından ayrılması şehri savunanların arasında büyük moral bozukluğuna neden oldu. Nihayet sabah saatlerinde Osmanlı askerleri Kerkoporta adlı kapıdan içeri girmeyi başardılar ve kapının üzerindeki burca Osmanlı sancağını diktiler. Mehmet fethin ilk günü öğleden sonra şehre girdi. Ayasofya’ya giderek namaz kıldı ve min-baʿd (bundan sonra) tahtım İstanbul’dur diye buyurdu.
Şehir zorla alınmıştı, bu yüzden dinî hukuka göre yağmalanabilirdi. Yağma 3 gün sürdü. İmparator Konstantinos’un akıbeti meçhuldür. Kimi kaynaklar cesedinin bulunamadığını söylerken, Babinger gibi bazı tarihçiler imparatorun cesedinin mor ayakkabılarından teşhis edildiğini yazar. Alphonse Lamartine eserinde imparatorun cesedinin bulunduğunu ve Fatih’in Konstantinos için Hristiyan usulü cenaze töreni düzenlediğini belirtir Şehzade Orhan ise keşiş kılığında şehri terk etmeye çalışırken yakalanıp idam edildi.
Fatih şehrin ticaret merkezi olan Galata’dan kaçmış olan Rumların ve Cenevizlilerin dönmesini sağladı. Rum Patrikhanesi’nin yeniden açılmasına izin verdi; ayrıca bir Yahudi hahambaşlığı ile bir Ermeni Patrikhanesi kurdurdu. II. Mehmed İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçladı.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra Kayser-i Rûm unvanını, başka bir deyişle Roma İmparatoru unvanını almıştır. Basılan yeni paralarda da Yunanca olarak “Bizans İmparatoru” unvanını kullanmıştır. Bu unvan Batı dünyasınca da kabul edilmiştir ki 1481 tarihinde Rönesans sanatının bazı açılardan nadide örneklerinden olan ve II. Mehmet’e hediye edilen Medici Madalyonu’nda da “Bizans İmparatoru” unvanı yer almaktadır. II. Mehmet kendisini Roma İmparatoru olarak görmekte ve devletini de Roma İmparatorluğu’nun varisi saymaktaydı. Bu ideal doğrultusunda İstanbul’dan sonraki ikinci hedefi de Roma şehriydi.
6)İSTANBUL’UN YENİDEN KURULMASI:
Fethin hemen ardından Mehmet şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma’yı yıkmak değil onu Osmanlı yapısı içinde diriltmekti. Kuracağı imparatorluk bir İslâm devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı.
Fatih, Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi hahambaşı bulunmasına izin verdi. 6 Ocak 1454’te Yorgo Skolaris’i yeni Ortodoks patriği olarak atadı. Ayasofya camiye çevrildiğinden Patrikliğe resmî makam yeri olarak Havariyun Kilisesi verildi. Şehirdeki Yahudilerin hahambaşı olarak Moşe Kapsali atadı. 1461 yılında ise Bursa Psikoposu Hovakim İstanbul Ermeni Patriği olarak atandı.
Mehmet Theodosius Forumu’nun olduğu yerde ilk sarayının inşasını başlattı. Daha sonraki yıllarda ise Sarayburnu’nda Topkapı Sarayı’nı inşa ettirdi.
7)ÇANDARLI HALİL PAŞA’NIN İDAM EDİLMESİ:
Fatih, ilk tahta geçtiğinde ve İstanbul’un fethi sırasında sergilediği tutumlar nedeniyle, Çandarlı Halil Paşa’yı 10 Temmuz 1453 tarihinde Edirne’de idam ettirdi. Bazı kaynaklara göre Çandarlı, Fatih’i sabırsız ve deneyimsiz buluyordu. Bu olay ile Fatih otoritesini pekiştirmiş oldu ve herkes genç hakana boyun eğdi.
Çandarlı Halil Paşa fetihten sonra idamına giden süreçte Yedikule’de Altın Kapı’da 40 gün hapis edildi. 10 Temmuz’da gözlerine mil çekildi ve daha sonra idam edildi. Boyun eğeceği yerde Hakan’a dik baktığı iddia edilir. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik’e götürülüp türbesine gömüldü. Çandarlı Halil Paşa, idam edilen ilk Osmanlı sadrazamıdır.
8)YENİ SEFERLER:
8.1)Bosna-Hersek seferleri ve Bosna Halkının Müslüman Olması:
Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralının, anlaşmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp’ten harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmud Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey’e Bosna’nın tamamen fethedilmesi emrini vermişti. 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı. Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu. Fakat ordunun İstanbul’a dönmesi üzerine aynı yıl, Macar kralı Bosna’ya girdi.
İkinci kez düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasında Hersek Kralı Stefan da ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması şartıyla tahtında bırakılmıştır. Ancak 1483 yılında Hersek tamamen Osmanlı toprağı hâline gelecektir. Fatih, Bosna’yı Osmanlı topraklarına kattığı zaman “Bogomil” mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davranmıştır. Hem Katolik hem de Ortodoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve kendilerine sağlanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuş ve o zamandan itibaren de Müslüman Bosnalılara “Boşnak” denilmeye başlanmıştır.
Fatih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakibi Macarlar, denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlılarla baş edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir savaşı göze alamamış, Fatih de tabiî sınır olan Tuna’yı geçmeyi düşünmemiştir. Ancak akıncılar vasıtasıyla, Macaristan’a güvenliğin sağlanmasına yönelik yüzlerce başarılı akın düzenlenmiştir. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlılarla doğrudan karşılaşmaktansa Balkanlardaki diğer devletleri kışkırtmayı yeğ tutmuştur. Güçlü donanmasıyla Mora ve Ege’deki adalara sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlılar karşısında istediği sonucu alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri Osmanlıların eline geçmiştir.
Yıldırım Bayezid zamanında vergiye bağlanan Eflâk Prensliğinin başına Fatih tarafından III. Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirilmişti. (1456) Osmanlılara bağlı görünen Vlad aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu. Vlad’ın Fatih’in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında Fatih, Eflak’a bir sefer düzenledi. Boğdan’dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri Voyvoda’yı uzun süre takip etti. Neticede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine Vlad’ı esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih voyvodalığa Radul’u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyaleti hâline geldi.
1455’ten itibaren Osmanlı Hâkimiyetini tanıyan BBoğdan Prensliğinin Kefe’nin fethinden sonra izlediği düşmanca siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1475 yılında Racova Savaşında yenilmesine rağmen 1476’da Boğdan’a girdi. Fatih’in bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı hâkimiyetini tanımış oldu. Kesik başı II. Mehmet’e teslim edilen Kazıklı Voyvoda’nın mezarının yeri bilinmemektedir.
8.2)ARNAVUTLUK SEFERLERİ:
Fatih Sultan Mehmet ile aynı sarayda yetişen ve sonra papalık ve Napoli Krallığının desteği ile harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vurkaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çıkmaya karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen I. seferde, İlbasan Kalesi’ni yaptırıp, içine asker yerleştiren Fatih, Balaban Paşa’yı bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa’yı öldürdü ve İlbasan kalesi’ni kuşattı. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferine çıktı (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar oluşturuldu. Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu II. Con Kastrioti geçmişti. Fatih başlattığı 3. Arnavutluk seferinde Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı. 1479’da Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti durumuna geldi.
8.3)Trabzon İmparatorluğu’nun yıkılışı
1461’de Trabzon İmparatorluğu’nun başkenti Trabzon’u ele geçirdi ve bu devletin
varlığına son verdi. 1462’de yeniden Rumeli seferine çıktı. Eflâk’ı Osmanlı Devleti’ne bağladı ve 1463’te Bosna’yı tamamen ele geçirdi. Aynı yıl Ege Denizi’ndeki Midilli Adası’nı alınca Venedikliler’le arası açıldı. Bu olay, 1479’a kadar sürecek olan savaşın da başlangıcı oldu. Fatih’in Ege’de fethettiği adalar; Taşoz, Eğriboz, Limni, Semadirek, Gökçeada, Midilli ve Tenedos’dur. 1465’te Hersek’in büyük bölümünü, 1466’da da Arnavutluk’taki bazı kaleleri fethetti.
Fatih’e karşı Karamanoğulları ve Akkoyunlular ittifakı
Osmanlı Devleti’nin gelişen bu gücü karşısında Karamanoğulları, Doğu Anadolu’daki Akkoyunlular’la ittifak kurdu.
Fatih, 1466’da yeni bir Anadolu seferine çıktı. Karamanoğullarının başkenti Konya’yı ele geçirdi. Ama İstanbul’a dönünce Karamanoğulları, Osmanlılara geçen yerleri geri aldılar. Sonradan sadrazam olacak olan Gedik Ahmed Paşa 1471’de Karamanoğullarını bir kez daha yenilgiye uğrattı. Akkoyunlular, Karamanoğullarını desteklemeye devam ettiler. 11 Ağustos 1473’te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Ertesi yıl da Karamanoğulları Beyliği’ni tamamen ortadan kaldırdı.
9)YENİLİKLERİ VE KANUNNAMELERİ:
Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçeden başka Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı. Avni takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa’yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu’nun İstanbul’da kalmasını sağladı. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini’yi 1479’da İstanbul’a getirterek resimlerini yaptırdı.
Fatih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği (nizâm-ı âlem) için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500’den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul’da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.
10)EĞİTİM VE KÜLTÜR:
İstanbul’un ilk Osmanlı yükseköğretim kurumu olan Sahn-ı Seman’ı kurmuştur. Sahn-ı Seman medreseleri Fatih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreseler idiler. Sahn-ı Semân’ın eğitim müfredatının hazırlayıcılarından biri çağın önemli bilim adamı Ali Kuşçu’dur. Medreselerde Ali Kuşçu tarafından düzenlenen bir okutma planının olduğu, hatta bunun “Kânûnnâme” şeklinde yapıldığı bilinmekle birlikte, bugüne kadar incelemesi yapılan Osmanlı arşiv belgeleri arasında ele geçirilememiştir. Bu kanunnamenin aslının 1918 yılında külliyede çıkan yangınla yok olması da olasıdır.] Sahn-ı Semân, Kanuni tarafından açılan Süleymaniye Medreseleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şer’î ilimler ihtisası yapılan medreseler olmuşlar, Süleymaniye Medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur.
Ali Kuşçu, Fatih tarafından astronomi eğitimi için Semerkant’a gönderilmiş ve daha sonra 1470’te Takiyuddin tarafından Tophane’de kurulacak gözlemevinin ilk çalışmalarını yapmıştır.
1474’te Fatih Camii mihrabının kenarlarına yerleştirttiği iki dolaba koyulan 800 cilt ile başlamış bir kütüphane kurmuştur. Bu kütüphane 1742’de caminin yanına yapılmış müstakil bir binaya, 1956’da da Süleymaniye Kütüphanesi’ne taşınmıştır.
11)VEFATI:
Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze yakınlarındaki Hünkar Çayırı’ndaki ordugâhında henüz 49 yaşındayken öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de rivayet edilir. Fatih öldükten sonra ölümü saklandı. Padişahın hamam ihtiyacı var denilerek gizlice cenazesi saraya getirildi. O sırada Şehzade Bayezid’e ve Şehzade Cem’e ulak gönderildi. O sırada asker Fatih’in öldüğünü öğrenip İstanbul’a geldi. İstanbul’da büyük bir anarşi başladı. Karamanlı Mehmet Paşa, Cem taraftarı olduğu için idam edildi. Her taraf yağmalanmaya başladı. Gayrimüslim tüccarların ev ve dükkanlarına saldırılar düzenlendi. O arada herkes, kendi taraftarını tahta çıkarmak için uğraşırken, Fatih’in cenazesi sarayda karanlık bir odada unutuldu. Baltacılar kethüdası Kasım isimli bir kişi, II. Bayezid’e yazdığı mektupta, sarayda cenazenin yanına gittiğinde 3 gün 3 gece üzerine mum yanmadığını, cesedin kokusundan yanına zor varıldığını söyler. Daha sonra tahnit ustasıyla beraber iç organları çıkarılmış ceset tahnit edilmiş. Cesedi tahnit edebilmek için elbiselerinin çıkarılması gerekiyordu. Lakin, mevsimin sıcak olması dolayısıyla ceset bozulduğu için elbise cesede yapışmıştı. Bu yüzden, elbisesi sol kolunun üzerinden kesildi ve tahnit bu şekilde yapıldı. Kesik elbise, bugün halen Topkapı Sarayı’ndadır. II. Bayezid payitahta gelene kadar o şekilde bekletilmiştir. Ölümünden sonra tahta, oğlu Bayezid çıktı. Naaşı Fatih Camii’ndeki türbesindedir.
KAYNAKÇA:
1)www.wikipedia.org
2)Türkiye Diyanet İşleri Vakfı İslâm Ansiklopedisi
3)www.osmanlidevleti.gen.tr