III. Mehmed (Mehmed-i sālis), divan edebiyatındaki mahlasıyla Adlî (26 Mayıs 1566, Manisa – 21 Aralık 1603, İstanbul), 13. Osmanlı padişahı ve 92. İslam halifesidir. Tahta çıktığı 1595 yılından ölümüne kadar padişahlığını sürdürmüştür. Sancaktan gelip tahta çıkan son şehzadedir. I. Süleyman’dan 30 yıl sonra sefere çıkan ilk padişahtır.
1)SALTANATI ÖNCESİ YAŞAMI:
7 Zilkade 973’te (26 Mayıs 1566) Manisa’da Sart ovasında doğdu. Babası III. Murad, annesi Arnavut asıllı, Dukakin’de Rezi köyünden olan Safiye Sultan’dır (Safiye’nin Venedik asıllı Cecilia Baffo olduğuna dair bilgi [EI2, VIII, 817] yanlıştır; Baffo, III. Murad’ın annesi Nurbânû Sultan’dır). Rivayete göre adını, doğum haberini çıktığı Sigetvar seferi sırasında alan büyük dedesi Kanûnî Sultan Süleyman koymuştur. İlk çocukluk yıllarını babasının Saruhan sancak beyliğiyle bulunduğu Manisa’da geçirdi. Dedesi II. Selim’in padişahlığı döneminde babasının veliaht olması, daha çocukluk yıllarında üzerindeki gözetimin sıkılaştırılmasına yol açtı. Babasının 982’de (1574) padişah olup Manisa’dan ayrılışından yaklaşık bir yıl kadar sonra Harem halkıyla beraber İstanbul’a getirildiğinde (BA, MD Zeyli, nr. 2, s. 45, 46, 54) dokuz yaşlarında bulunuyordu. Manisa’da iken ilk hocası İbrâhim Efendi idi; ardından Hüseyin Efendi ve Mehmed Azmi Efendi hocalığını yaptı. Sarayda annesinin de rolüyle büyük ihtimam gördü. Ancak sancağa çıkarılmasına kadar sarayda siyasî güce erişebileceği unsurlardan, bu arada kadınlardan ve haremden uzak tutuldu; babasına alternatif olabilecek duruma gelmesi önlendi. Biraz da bu sebeple on altı gibi geç sayılabilecek bir yaşta, 6 Cemâziyelevvel 990’da (29 Mayıs 1582) başlayan ve elli altı – elli yedi gün süren muhteşem törenler ve eğlencelerle sünnet edildi. Sünneti dördüncü vezir Cerrah Mehmed Paşa yaptı. Bu merasimden bir yıl kadar sonra artık bir veliaht sancağı haline gelmiş olan Saruhan sancak beyliğiyle Manisa’ya gönderildi. Hocası Azmi Efendi’nin vefatı üzerine muallimliğine getirilen Sultan Selim Müderrisi Nevâlî Nasuh Efendi, lalası Ali Bey, nişancısı Tekeli Mehmed Çavuş, baş rûznâmçecisi Hüsambeyzâde ve daha birçok görevli, ayrıca 1500’ü aşkın hizmetli grubu ile 2 Zilhicce 991’de (17 Aralık 1583) Üsküdar’a geçti, iki gün sonra da Manisa’ya hareket etti. İç oğlanları, eşyası ve diğer ağırlıkları deniz yoluyla İzmir’e, oradan Manisa’ya yollandı. Kış sebebiyle zorlu bir yolculuğun ardından 1 Muharrem 992’de (14 Ocak 1584) Manisa’ya ulaştı ve on iki yıl sürecek idarecilik hayatına başladı. Sancaktaki ilk icraatı bölgenin asayişini sağlamak oldu. Bu dönemde 997-1003 (1589-1595) yılları arasında divanında alınan kararları ihtiva eden Ahkâm Defteri’nden (BA, A.DVN, nr. 794) anlaşıldığına göre yönetim alanı Saruhan sancağı ile sınırlı olmayıp Batı Anadolu bölgesinin önemli bir kesimini içine alıyordu. Ancak şehzade olarak idaredeki ağırlığı ikinci planda kalmış, önceden belirlenmiş taht vârisi olması dolayısıyla sıkı denetim altına alınmış ve bütün resmî yazışmalar lalası tarafından yürütülmüştür. Hatta yaz aylarını geçirdiği Manisa yakınlarındaki Bozdağ yaylağına gidiş için bile merkezden izin almak zorunda kalmıştı. Yine de taşradaki bu görevi sırasında, babasının saraya kapanıp idarede iyice etkisiz hale gelişine tepkili olan kesimler için ümit kaynağı olabilecek derecede halkla temas ederek onların dertlerini dinleme alışkanlığı kazandığı, padişah olunca sıkça çıktığı cuma selâmlıklarında ve gezilerde bu tavrını nüfuzlu saray halkı ve annesinin engelleme teşebbüslerine rağmen fırsat buldukça sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Kazandığı idarî tecrübenin padişahlığındaki icraatlarına yansımaması ise tamamen annesinin etkisi altında kalmasından ve onun oluşturduğu sıkı kontrolü kırabilecek mizaca sahip bulunmamasından kaynaklanmış olmalıdır. Özellikle padişah olduğu sırada yanında bulunan lalası Tekeli Mehmed Çavuş (Mehmed Paşa) vasıtasıyla kontrolü ele alma çabaları yine yumuşak mizacı yüzünden başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Babasının 4-5 Cemâziyelevvel 1003 (15-16 Ocak 1595) gecesi ansızın vefatı haberini, annesi ve Dârüssaâde Ağası Gazanfer Ağa’nın gönderdiği Ferhad Ağa’dan alan Şehzade Mehmed, yanında yakın adamları (Lala Mehmed Bey, Mîrâhur Ahmed Ağa) olduğu halde ağır kış şartları içinde Mudanya İskelesi’ne geldi ve oradan bir kadırga ile 16 Cemâziyelevvel (27 Ocak) Cuma günü İstanbul’a ulaştı. Onun gelişine kadar III. Murad’ın ölümü ustalıkla gizlenmişti. Ancak Venedik elçisinin raporuna göre bu on bir günlük sürede birtakım bilgiler dışarıya sızmış, yer yer karışıklıklar olmuş ve zor kullanılarak kontrol sağlanmaya çalışılmıştı. Yeni padişah saraya gelir gelmez uzun süredir görmediği annesiyle buluştu, hemen cülûs merasimi ve biat töreni yapıldı. O gün cuma hutbesinde babasının öldüğü ve yerine kendisinin geçtiği ilân edildi, adına hutbe okundu.
2)SALTANATI DÖNEMİ YAŞAMI:
2.1)KARDEŞ KATLİ MESELESİ:
Sultan Mehmet’in tahta çıkar çıkmaz ilk işi 19 kardeşini boğdurtmak olmuştur. Bu olay Osmanlı tarihinin en kanlı olaylarından birisidir, çünkü öldürülenlerin çoğu bebektir. Halkın bu olaydan sonra III. Mehmed’e kin beslediği ve onu sevmediği rivayet edilir.
35. Padişah Mehmed Reşad kılıç kuşanma merasiminin ardından dedelerinin kabirlerini ziyaret ederken III. Mehmed’in kabrini ziyaret etmez ve “Ben çocuk katilinin kabrini ziyaret etmek istemiyorum.” der. Bu olay Osmanlı Hanedanı’nın da bu meseleden rahatsızlık duyduğuna örnek olarak gösterilir.
2.2)AVUSTURYA VE EFLAK SEFERLERİ:
Sultan III. Mehmed, babası Sultan III. Murad döneminde başlayan Osmanlı-Avusturya Savaşı devam ederken tahta geçmiştir. Sultan III. Mehmed tahta çıkar çıkmaz Avusturya ve Eflak sorunlarıyla ilgilenmiştir. 1595 yılında Avusturya kuvvetleri Estergon Kalesi’ni kuşatmışlar, 40 km uzakta olan Mehmed Paşa Estergon Kalesi’ne yardıma gitmemiştir. Hiçbir yardım alamayan Estergon Kalesi kahramanca direnmesine rağmen, sayıca üstün olan Avusturyalılar’a teslim olmak zorunda kalmıştır (2 Eylül 1595).
Sinan Paşa, Eflak Prensi Mihai Viteazul üzerine seferler düzenlemiştir. Osmanlı kuvvetleri Bükreş ve Tırgovişte’yi ele geçirmişler fakat çok geçmeden Mihai karşı saldırıya geçmiş ve Osmanlı kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu sırada bataklıklara düşen Osmanlı askerlerinin büyük bir kısmı ölür. Daha sonra Tuna’dan karşı kıyıya geçilirken gerekli önlemlerin alınmamasından dolayı yeni bir saldırıya maruz kalan Osmanlı akıncıları çok büyük kayıplar vermiştir.
Estergon Kalesi’nin düşmesinden sonra Tuna kıyısındaki Vişegrad da düşmanın eline geçmiştir. Birçok önemli kale ve şehirlerin kaybedilmesi İstanbul’da devlet erkanı ve yeniçerilerin tepkisine neden oldu. Yeniçeriler de sultanın sefere çıkmasını istiyorlardı.
2.3)EĞRİ KALESİ’NİN FETHİ:
Durumun kötüye gittiğini anlayan Sultan III. Mehmed’in, devlet büyüklerini toplayıp “Ceddimiz, devletimizin kurucusu Osman Gazi Hazretlerinden, büyük dedemiz Kanuni Sultan Süleyman’a kadar bütün padişahlar askerin önünde sefere çıkmışlardır. Dedemiz Sultan İkinci Selim’le (II. Selim) cennetmekan pederimiz Sultan Murad (III. Murat) bu usulü bozdular. Biz dahi, başlangıçta seferi paşalarımıza ısmarlamakla hataya düştük. Asker evlatlarımız bizi başlarında görmek isterler. Kararımız odur ki yakında sefere çıkacağız. Hazırlıklar tamamlansın. Küffara haddini bildirmeye gitmek gerekir.” dediği; kendisine karşı çıkan annesi Safiye Sultan’ı da “Valide, biz Sultan oğlu sultanız, kullanmayacaksak Eyüp Sultan Camiinde bu kılıcı niçin kuşandık? Kararımız karardır, sefere çıkacağız. Taht uğruna devleti feda etmeyiz” şeklinde cevapladığı ve bunun üzerine 20 Haziran’da ordunun hareket ederek, kuşatılan Eğri Kalesi’nin (Macarca Eger Kalesi) 12 Ekim 1596’da padişaha teslim edildiği anlatılıyor.
2.4)HAÇOVA MEYDAN MUHAREBESİ:
Eğri Kalesi’nin fethinden sonra Osmanlı birlikleri ilerleyerek 15 Ekim 1596 günü Haçova’da büyük bir Avrupa ordusuyla karşılaştı. Bu ordu da Avusturyalı, Alman, Erdelli, Macar, İtalyan, İspanyol, Fransız, Hollandalı, Belçikalı, Çek, Hırvat, Sırp, Slovak ve Leh kuvvetleri vardı. Böylece Haçlı Ordusundaki asker sayısı 300 bini bulmuştu. Osmanlı Ordusu ise 140 bin askerden ibaretti. Avusturya Arşidükü III. Maximilian komutasındaki düşman kuvvetleri ile yapılan Haçova Savaşı’nda Osmanlı birlikleri, düşman birliklerinin tüfek atışlarına maruz kaldı. Pek çok Osmanlı askeri öldü.
Osmanlı cephesinde ordu merkezinin ele geçirilip padişahın ayrıldığı haberinin yayılması üzerine yeniçerilerin çoğu geri çekildi ve Haçlı ordusu zafer kazandığını düşünerek yağmaya başladı. Bu sırada ordunun geri hizmetlileri olan oduncular, çadırcılar, uşaklar, deveciler ve aşçılar ellerine geçirdikleri kazma, odun yarması, balta, tırpanı kazan ve kepçeleri ile düşmana karşı saldırmaya başladılar. Haçlı ordusu yağmaya katıldığından düzeni bozulmuştu ve bu ani saldırı da bir paniğe yol açtı. Düşmanın gerilemesi üzerine akıncılar, yeniçeriler tekrar toparlanarak Haçlı ordusunun üstüne saldırınca da beklenmeyen bir zafer kazanıldı ve Osmanlılara Viyana yolu açıldı (26 Ekim 1596). Bu savaşı kazanılmasında geri hizmetlilerin katkısı olduğundan bu savaş literatürde “Kepçe Kazan Savaşı” olarak da bilinir.
Haçova Savaşı’ndan sonra Sultan III. Mehmed İstanbul’a döndü. Avusturya cephesine Satırcı Mehmed Paşa atanmıştı. Tata Kalesi’ni geri almayı başaran Satırcı Mehmed Paşa, Budin’in kuzeyindeki Vaç bölgesinde düşman kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. Bu arada Avusturya temsilcileri ile bir barış antlaşması yapılmaya çalışıldıysa da, olumlu bir sonuç alınamadı. Bir süre sonra Avusturya kuvvetleri 1594 yılında fethedilen Yanıkkale’yi (Raab Kalesi) ele geçirdiler (1598).
2.5)KANİJE KALESİ’NİN FETHİ VE KANİJE SAVUNMASI:
Satırcı Mehmed Paşa iki yıldır hiçbir askeri başarı kazanamamıştı. Bu süre içinde bazı Osmanlı kaleleri Avusturyalıların eline geçmişti. Mehmed Paşa’nın idamı üzerine, Sadrazam Damat İbrahim Paşa ordunun başına geçti ve Belgrad’a geldi. Bu sırada Avusturya barış istemişti. Avusturyalılar daha önce geri aldıkları Eğri’yi ve Hatvan’ı Osmanlılara vermeyi önerdiler. Bu öneriye karşılık, Osmanlı temsilcileri Estergon, Novigrad, Filek ve Yanıkkale’yi istediler. Antlaşma yapılamadı.
Belgrad’da kışı geçiren Damat İbrahim Paşa, Kanije Kalesini kuşatıp sıkıştırmaya başladı. Kuşatma devam ederken kale içinde esir olan Osmanlı askerleri canlarını feda etmek uğruna havaya uçurdukları barut deposu kalenin harap olmasına yol açtı. Ancak yine de teslim olmayan Kanije Kalesi’nin yardımına bu seferde Philippe Emmanuel komutasındaki 20.000 kişilik bir ordu geldi. İki ateş arasında kalan Osmanlı ordusu savaşmaya devam etti. Yardıma gelen düşman ordusunun geri çekilmesi üzerine, 40 gün süren bir kuşatmadan sonra Kanije teslim oldu.
Beylerbeyliğin merkezi Kanije’ye alındı, Kanije Beylerbeyliği Tiryaki Hasan Paşa’ya verildi. Sultan III. Mehmed bu başarısından dolayı Damat İbrahim Paşa’ya kendisi padişah olarak yaşadığı sürece sadrazamlıkta kalacağı vaadinde bulundu (10 Eylül 1601). Kanije kalesini geri almaya çalışan Arşidük Ferdinand, Kanije’yi büyük bir orduyla kuşattı. Tiryaki Hasan Paşa komutasındaki az sayıda asker kaleyi iki aydan fazla süre başarıyla korudu. Yiyecek içecek malzemesi ve cephanesi tükenmeye başlayan Osmanlı kuvvetleri beklenmedik bir çıkışla kendisinden kat kat üstün görünen düşman ordusunu Kanije Kalesi önünde yendi (18 Kasım 1601). Bu zaferden sonra 1603’de İstolni-Belgrad ve Estergon da geri alındı.
DİPLOMATİK İLİŞKİLER:
Safevîler, 1590 yılında imzalanan ve 13 yıl süren antlaşmayı bozmuştu. Şah I. Abbas, Osmanlı Devleti’nin Avusturya ile savaş halinde olmasını fırsat bildi. Ferhat Paşa Antlaşmasıyla kaybettiği toprakları geri almaya çalışan Safevîler, Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da çıkan Celali İsyanlarından uğraşmasıyla zayıf düşmesinden de yararlanarak 25 Ağustos 1603’te Osmanlılara savaş açtılar. Şah Abbas Tebriz ve Revan’ı aldı. Safevi Devleti yeniden güçlenmişti. Safevîler ile savaş devam ederken III. Mehmed 38 yaşında öldü. Kabri, Ayasofya’da, kendi adına yapılmış III. Mehmed Türbesindedir.
3)MİMARİ ÇALIŞMALAR:
İmar konusunda çalışmalar yaptıran Sultan III. Mehmed, süt annesi Halime Hatun adına Gölmarmara Halime Hatun Camii ve Külliyesi’ni, ayrıca validesi Safiye Sultan adına da Yeni Valide Camii ve Külliyesi’ni yaptırdı. Bundan başka birçok camiyi tamir ettiren Sultan III. Mehmed, Yeni Camii’nin de temelini attırdı.
4)VEFATI:
Saray içinde vezirler arasında makam kavgası yaşanırken, Sultan III. Mehmet’te tahtına göz koyduğunu ve kendisini tahttan indireceğini düşündüğü büyük oğlu Mahmut’u boğarak öldürttü, annesi ve 30 kadar hizmetçisi de denize atıldı. III. Mehmet’in bu olaydan nasıl etkilendiği tam olarak bilinmemektedir. Ancak doğu cephesinden gelen kötü haberlerle sarsılan padişahın rahatsızlığının giderek arttığı ve melankolik mizacı yüzünden iyice içine kapandığı anlaşılmaktadır. 1603 yılına gelindiğinde sultan III. Mehmet hayatını kaybetti, kaynaklardan elde edilen bilgiye göre onun şişmanlıktan kaynaklanan mide rahatsızlığından mustarip olduğu bilinmektedir. Bazı kaynaklarda da kalp krizi sonucu öldüğü kaydedilir. Türbesi Ayasofya Camii haziresindedir.
KAYNAKÇA:
1)www.wikipedia.org
2)Türk Diyanet İşleri Vakfı İslâm Ansiklopedisi
3)www.beyaztarih.com