II. Selim (Selīm-i sānī), Sarı Selim ya da Sarhoş Selim olarak da anılır (30 Mayıs 1524 ,İstanbul – 15 Aralık 1574, İstanbul), 11. Osmanlı padişahı ve 90. İslâm halîfesidir. Kânûnî Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın oğludur. Kardeşi Bayezid’e karşı Konya’da yapılan savaşı kazanarak, babasının desteğini aldı. Babasının ölümü üzerine, hayattaki tek oğlu olarak 1566 tarihinde on birinci padişah olarak tahta geçti. Padişah olur olmaz ilk seferini Batı’ya yaptı. Ülke sınırlarını Orta Avrupa’ya kadar genişletti. Kıbrıs, Tunus kayıtsız şartsız teslim olanlar arasındaydı. Ülkesinin denizlerde de egemenliğini genişleterek, deniz egemenliğine önem verdi.
Turgut Reis gibi kaptanlar onun zamanında yetişti. Sokollu Mehmed Paşa gibi çok güçlü bir vezire sahipti, devlet işlerinde en önemli yardımcısı idi. Onun zamanında İstanbul ve ülkenin çok değişik alanlarında birçok mimari eseri yapıldığı gibi, önemli onarım faaliyetlerini de gerçekleştirdi. Devrinin usta mimarı, Mimar Sinan’a Edirne’de Selimiye Camii’ni yaptırdı. Babasından 14.892.000 km² olarak devraldığı imparatorluk topraklarını, 15.192.000 km² olarak bırakmıştır. 15 Aralık 1574 günü 50 yaşında vefat etmiş, Ayasofya’daki türbesine gömülmüştür. Padişahların sefere çıkmama geleneğini başlatmıştır. Ölümüne kadar padişahlığını sürdürmüştür.
1)ÇOCUKLUĞU VE TAHTA ÇIKIŞI:
On sekiz yaşına kadar kaldığı saraydaki hayatı ve eğitimi hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Ancak babası tarafından 1538’deki Kara Boğdan ve 1541’deki Macaristan seferine götürüldüğü bilinmektedir. 1533’te büyük ağabeyi Mustafa’nın Manisa’ya sancak beyi olarak yollanmasının ardından diğer ağabeyi Mehmed ile 1542’ye kadar İstanbul’da kalan Şehzade Selim bu tarihte sancak beyi sıfatıyla Konya’ya gönderildi. Yine aynı tarihte ağabeyi Mehmed, Amasya’ya sevkedilen Mustafa’nın yerine Manisa’ya yollanmıştı. Bu tayinlerde o sırada Kanûnî Sultan Süleyman üzerinde büyük nüfuzu bulunan annesi Hürrem Sultan’ın önemli rolü olmuştu. Şehzade Mehmed’in 950’de (1543) Estergon zaferi dolayısıyla yapılan şenlikler sırasında hastalanıp ölmesiyle Hürrem Sultan’ın hayattaki en büyük oğlu olarak anne ve babası nezdinde öne çıktı ve o esnada, giderek tahta aday şehzadelere tahsis edilmeye başlanan Saruhan sancak beyliğiyle Manisa’ya nakledildi. Konya’dan Uşak’a geldiğinde Manisa’da salgın hastalığın ortaya çıktığını duydu ve bir süre Uşak’ta kaldı, burada iken kızı İsmihan Sultan doğdu (Vüsûlî, s. 33). Bursa’ya gelen babası, annesi ve diğer devlet erkânı ile görüşmek için bu şehre gitti. Bir müddet Kaplıca mevkiinde kaldı, bu sırada diğer kızı Gevherhan Sultan dünyaya geldi. 17 Cemâziyelevvel 951’de (6 Ağustos 1544) Manisa’ya ulaştı ve ardından üçüncü kızı Şah Sultan doğdu.
Onun Manisa’daki idarecilik yılları, buradaki faaliyetleri taht için kuvvetli bir aday olduğu izlenimini giderek zayıflatıyordu. Doğu sınırlarında bir nevi askerî harekât üssü olan Amasya’da bulunan Şehzade Mustafa pek çok devlet adamı tarafından Kanûnî’nin halefi diye görülüyor, hatta 1546’da Konya’ya tayin edilen kardeşi Şehzade Bayezid bile kendisinden daha fazla ilgi topluyordu (askerin Şehzade Mustafa’yı, annesiyle babasının Şehzade Bayezid’i tercih ettiklerine dair rivayet için bk. Âlî, II, 3-4). Dönemin yabancı kaynakları bunun sebebini zevk ve eğlenceye dalmasına ve kendisini sevdirecek bir faaliyetin içinde bulunmamasına bağlar. Bir süre şehzadenin yanında kalmış olan Âlî Mustafa Efendi de musâhibi Celâl Bey başta olmak üzere Durak Çelebi / Nihânî, Kara Fazlî, Bâlî Çelebi / Fîruz, Ulvî, Hâtemî gibi yirmi yediden fazla şairin, nedimin ve sohbet ehlinin onun yanında bulunduğunu, günlerini şiirle, müzikle, yeme içmeyle ve sohbetle geçirdiğini açık şekilde yazar (a.g.e., II, 1-2). Ancak başlangıçta Hürrem Sultan’ın ondan çok şeyler beklediği anlaşılmaktadır. Nitekim Safer 953’te (Nisan 1546) Hürrem Sultan, yanında hastalıklı şehzade Cihangir olduğu halde Manisa’ya gelerek onu ziyaret etti ve yaklaşık bir ay burada kaldı. Aynı yıl içinde Nurbânû Sultan’dan oğlu Murad doğdu. İki sene sonra babasının ikinci İran seferi sırasında onu Seyyidgazi’de karşıladı, kendisine Rumeli kesiminin muhafazası görevi verilerek Edirne’ye gönderildi. Edirne’de iken annesi de yanına geldi, burada vaktini daha çok avlanmakla geçirdi. Seferin ardından Çorlu’da babasıyla buluşup Manisa’ya döndü. 1550’de kendisine eski Avlonya beyi Hüseyin Bey lala tayin edildi. Arkasından Nahcıvan seferi için çağrıldı ve babasının ordugâhına Bolvadin’de 21 Eylül 1553’te ulaştı. Onunla birlikte lalası Hüseyin Bey’e ve hocası Şemseddin (Şemsî) Efendi’ye hediyeler verildi. Bu sırada hakkında pek çok dedikodu çıkarılan ve Kanûnî’nin gözünden iyice düşürülmüş olan ağabeyi Mustafa’nın katledildiğini öğrendi. Böylece Kanûnî’nin hayatta kalan en büyük oğlu olarak babasının yanında Nahcıvan seferine katıldı, uysal hali, mütevazi tavırlarıyla onun takdirini kazandı. Dulkadır bölgesinin muhafazasıyla görevlendirildi. Buradan ordu ile Revan ve Nahcıvan’a gitti. 15 Zilhicce 961’de (11 Kasım 1554) Manisa’ya döndüğünde muhtemelen kendisine taht yolunun artık iyice açıldığına emindi. Sefer sırasında babası tarafından çok sevilen küçük kardeşi Cihangir de vefat etmişti. Ancak Kütahya’da bulunan, Mustafa’nın idamından sonra birçok kişinin teveccüh ettiği kardeşi Bayezid etrafındakilerin de teşvikiyle saltanata kuvvetli bir aday diye ortaya çıktı ve ağabeyinin aleyhine çalışmaya başladı. İki oğlu arasında bir tercih yapamayan Hürrem Sultan onları yatıştırmaya çalıştı. Kendisinin Selim’den ziyade Bayezid’i tuttuğu yolunda dönemin kaynaklarında bazı bilgiler mevcuttur. O sırada İstanbul’da bulunan Busbeke’ye göre Selim büyük olduğu için babası tarafından veliaht tayin edilmiş, Hürrem Sultan ise Bayezid’e temayül etmişti, Bayezid taht için çarpışmayı göze almış, kardeşi aleyhine birtakım tertiplere girişmiş, hatta ona suikastçılar göndermiştir (Türk Mektupları, s. 104). Bu bilgilerin ne derece doğru olduğu kestirilememekle birlikte Hürrem Sultan’ın 965’te (1558) vefatının iki kardeş arasındaki mücadeleyi daha da şiddetlendirdiği kesindir. Kanûnî bunun üzerine sancakları sınırdaş olan iki oğlunu birbirinden uzaklaştırdı, Selim’i Konya’ya, Bayezid’i Amasya’ya naklettirdi (6 Eylül 1558).
Şehzade Selim’in Manisa’da on dört yılı bulan idareciliği zamanında bölgenin asayişiyle ilgilendiği, bazı imar faaliyetlerinde bulunduğu bu dönemden kalan iki divan defterinden anlaşılmaktadır (BA, A.DVN, nr. 792; BA, D.BŞM, nr. 23). 5 Şâban 964’te (3 Haziran 1557) kendisine Safed sancak beyi Mustafa Bey’in (Lala Mustafa Paşa) lala tayin edildiği (BA, A.RSK, nr. 1457, s. 21) ve Şehzade Bayezid vak‘asında önemli rol oynadığı bilinmektedir. Onun ikinci defa gönderildiği Konya’daki faaliyetlerini ise daha çok kardeşiyle olan mücadelesi teşkil etmiştir. Konya’ya gitmek için Bursa’ya geldiğinde babasının yolladığı üçüncü vezir Sokullu Mehmet Paşa’yı bekleyen Şehzade Selim, yeni sancağına gitmemekte direnen kardeşinin Ankara’dan Amasya’ya doğru hareket ettiği haberini alınca buradan ayrılıp 1559 yılı başlarında görev yerine ulaştı. Bayezid’in muhtemel bir harekâtına karşı babasının desteği altında askerî hazırlıklara girişmeyi de ihmal etmedi. Çevreden “yevmlü” denilen paralı asker topladı; Mart 1559 tarihli bir rapora göre Venedik Senatosu’ndan 500 arkebüz/tüfek talebinde bulunduysa da bu istek reddedildi. Babasından gelen yardımlarla gücünü arttırdı. Bu sırada Bayezid’in harekete geçtiğini öğrendi ve onu Konya dışında karşıladı. 21 Şâban 966 (29 Mayıs 1559) tarihinde iki kardeş arasında iki gün süren kanlı bir çatışma meydana geldi. Özellikle Lala Mustafa Paşa’nın gayretleriyle ikinci gün Bayezid bozguna uğrayıp geri çekilmek zorunda kaldı. Selim, yanında Sokullu Mehmet Paşa olduğu halde onu takibe girişti, Sivas yoluyla Hınıs’a kadar gitti. Oradan kapıkullarını alıp Diyarbekir’e, ardından Halep’e indi. Fakat Bayezid ve oğullarının İran’a iltica haberi gelince 4 Aralık 1559’da Konya’ya döndü. Böylece artık tahtın tek vârisi durumundaydı. Bu arada lalası Mustafa Paşa’nın 1560’ta Tımışvar beylerbeyi olması üzerine yeniden Hüseyin Bey (Tütünsüz) lalalığa getirilmişti. Bunun ardından İstanbul’a yakın olması için 1562 başlarında Kütahya’ya nakledilerek burada saltanata geçeceği zamanı beklemeye başladı. Bu taht mücadelesi onun fiilen katılarak idare ettiği ilk ve son askerî harekât oldu. Bu hadiselere dair haber toplayan Busbeke bu vesileyle şehzade hakkında bazı bilgiler verir. Buna göre Selim tıpkı annesine benzemektedir; şişmanca, tombul yanaklı, kırmızı yüzlüdür, asker onunla, “Arpa lapası tıkınmış” diye alay eder. İşrete, zevk ve safaya düşkündür, hiç nazik değildir, tembel bir şekilde hayat sürer, hiç kimse onu sevmez, o da hiç kimseye güleryüz göstermez, bunun sebebi babasının fazla dikkatini çekmek istememesindendir (Türk Mektupları, s. 190-191). 1553’te Navagero da onu cimri, sefih, ikiyüzlü biri diye anar. Bir başka çağdaş kaynak olarak S. Gerlach ise Kütahya’da iken Yasef Nassi’nin onunla irtibata geçtiğini, sürekli şekilde borç para verip kıymetli mücevherler getirdiğini, Selim’in bu borçları sultan olur olmaz kendisine ödeyeceğine dair söz verdiğini bildirir (Türkiye Günlüğü, II, 705-706). Ayrıca İran’a iltica etmiş olan kardeşi için Safevî Şahı Tahmasb’a mektuplar yazdığı, elçiler yollayarak yapılan teslim müzakerelerine katıldığı, babası gibi şaha 100.000 altın gönderdiği belirtilir (Turan, Kanunî’nin Oğlu Şehzâde Bayezid Vak’ası, s. 148-156).
Kanûnî Sultan Süleyman’ın Sigetvar Kalesi önlerinde vefatı haberini Veziriazam Sokullu Mehmed Paşa’dan alan Şehzade Selim, yanında hocası Birgivî Atâullah Efendi, lalası Hüseyin Bey (Paşa) ve musâhibi Celâl Bey olduğu halde süratle İstanbul’a ulaştı. Selânikî, İstanbul’a geliş tarihini 15 Rebîülevvel 974 (30 Eylül 1566) olarak belirtir (Târih, I, 43). Feridun Bey 8 Rebîülevvel (23 Eylül), Vüsûlî 6 Rebîülevvel (21 Eylül) Pazartesi tarihini verir. Ancak pazartesi günü 9 Rebîülevvel’e tesadüf eder. Lokman, Cenâbî ve Mehmet b. Mehmet gibi çağdaş tarihçiler 9 Rebîülevvel (24 Eylül) Pazartesi tarihinde mutabıktır. II. Selim İstanbul’a geldiğinde ilk olarak Topkapı Sarayı’nın temizletilmesini emretti ve sarayda kardeşi Mihrimah Sultan tarafından karşılandı. Tahta oturan Selim’e başta Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi, İstanbul muhafızı İskender Paşa olmak üzere diğer devlet ileri gelenleri ve ulemâ biat etti. İstanbul’da üç gün kaldı ve âdet olduğu üzere Eyüp Sultan’ı, atalarının türbelerini ziyaret ettikten sonra orduya katılmak için yola çıktı. Bu arada hazineyi açtırmadığı, kardeşi Mihrimah Sultan’dan 50.000 altın borç aldığı belirtilir. Muhtemelen Edirne’den Belgrad’a doğru giderken Sokullu Mehmed Paşa’dan bir mektup aldı. Burada bir karışıklık çıkmaması için Kanûnî’nin vefatını saklamaya çalıştıkları, halbuki İstanbul’da cülûs ettiği haberinin askere ulaştığı, bu durumun asker arasında yayıldığı bildiriliyor, hemen gelip orduya erişmesi isteniyordu. O sırada orduda bulunan Selânikî’ye göre yeni padişah ordunun yanına gitmek için Vukovar’a kadar gelmişken Sokullu’dan aldığı yeni bir mektupla Belgrad’a dönmek zorunda kaldı. Zira Sokullu orduya gelmesi halinde askerin cülûs bahşişi isteyeceğini, ayrıca sefer vaktinin geçtiğini, gelip hemen dönmenin uygun olmayacağını bildirmişti. 21 Ekim’de ordu Sigetvar’dan Belgrad’a hareket etti, 24-25 Ekim’de Kanûnî’nin vefatı haberi resmen ilân edildi. Askeri yatıştırmak için cülûs bahşişi ve terakki vaadinde bulunuldu. Bunun ardından Sokullu padişaha bir tezkire yollayarak oraya varıldığında otağın kurulup padişahın otak önüne gelip cülûs etmesi, herkesin onun eteğine yüz sürmesi, bu arada askere bahşiş ve terakki vereceğini bizzat söylemesi gerektiğini bildirmişti. Bu yazıyı yanındaki lalasına, hocasına ve musâhibine okutarak onların görüşünü alan II. Selim daha önce İstanbul’da cülûs ettiği için yeniden merasim düzenlenmesini istemedi, dolayısıyla bahşiş konusu belirsizlik içinde kaldığından kapıkulunu karşısına aldı.
Belgrad’a gelen yeni padişah babasının cenazesini siyahlar giymiş olduğu halde karşıladı ve Sokullu’nun yönlendirmesiyle kapıkulu askerine cülûs bahşişi dağıtmak zorunda kaldı. Fakat daha fazla bahşiş ve terakki isteyen yeniçeriler bundan memnun olmadılar, bunun hesabını İstanbul’da soracakları tehdidinde bulundular. Ayrıca yeniçeriler, padişahın yanında gelmiş olan yevmlü Anadolu askerine sert tepki göstererek onlara saldırmaktan geri durmadılar. Böylece daha cülûsu sırasında ciddi bir krizle karşılaşan ve Veziriazam Sokullu Mehmet Paşa tarafından bu olay vesilesiyle bir bakıma denenmiş olan II. Selim sonunda kapıkulunun isteklerine boyun eğdi. Nitekim 5 Aralık’ta İstanbul’a gelindiğinde yeniçeriler alamadıkları terakki ve bahşişi bahane edip yolları kapattılar. Kendilerine nasihat etmek isteyen ikinci vezir Pertev Paşa ile Kaptanıderya Piyâle Paşa’yı mızrak darbeleriyle attan düşürüp üçüncü vezir Ferhat Paşa’ya da tüfek kundağıyla vurdular. Böylece Sokullu Mehmet Paşa’nın aracılığıyla padişaha ek bahşiş ve terakki taleplerini kabul ettirdiler. Olay bu şekilde yatıştıktan sonra padişah saraya girebildi. Kapıkulunun gücünü yakından gören II. Selim de bütün işleri veziriazamına bıraktı. Ancak ilk icraatı olarak damatları Piyâle Paşa’yı ve Anadolu Beylerbeyi Zal Mahmut Paşa’yı vezâret makamına, lalası Hüseyin Paşa’yı Anadolu beylerbeyliğine tayin etti.
2)SALTANATI DÖNEMİNDEKİ GELİŞMELER:
II. Selim Osmanlı tarihinde devlet yönetimiyle ilgilenmeyen ve ordusunun başında sefere gitmeyen ilk padişahtı. Yönetimi kızı Esmehan Sultan’ın kocası olan ve çok başarılı sadrazam olan Sokollu Mehmed Paşa’ya bıraktı. Ayrıca Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defa II. Selim çıkarmıştır.
2.1)SAKIZ ADASI’NIN FETHİ:
Sultan II. Selim’in babası Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra padişah olduğunda fethettiği ilk yer olarak bilinir. Sokullu Mehmed Paşa komutasındaki birlikler 1566 senesinde adayı fethederek boğazların güvenliğini sağlamışlardır. Ada Venedik ve Cenevizlilerden alınmıştır. Her iki tarafta da fazla kayıp verilmemiştir.
2.2)BOBOKÇA KALESİ’NİN FETHİ:
Sultan Selim’in babasının cenazesini karşılamak için Manisa’dan Belgrad’a harekâtı sırasında Drava üzerindeki Bobokça Kalesi Özdemiroğlu Osman Paşa komutasında fethedilmiştir.
2.3)YEMEN’İN YENİDEN FETHİ:
Yemen 1517 yılında Osmanlı egemenliğine girmiş, Hadım Süleyman Paşa’nın 1538 tarihli Hint deniz seferi ile kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştı. 1567 yılında bölgede Zeydi İmamı Topal Mutahhar önderliğinde isyan çıkınca bölgedeki Türk egemenliğini yeniden tesis etmek amacıyla Özdemiroğlu Osman Paşa ve Şam Beylerbeyi Lala Mustafa Paşa Yemen Serdarlığına tayin edildiler. 1568 tarihli Yemen Seferi’nde Taiz ve Kahire kalelerinden sonra 15 Mayıs’ta Aden’i, 26 Temmuz’da da Sana’yı fetheden Türk ordusu ülkeyi tekrar Osmanlı topraklarına kattı.[6]
2.4)AVUSTURYA İLE BARIŞ:
Kanuni Sultan Süleyman döneminde imzalanan 1562 tarihli barış 1566 yılında bozulmuş, Zigetvar Savaşı ile Osmanlı ordusu, Avusturya ordusunun mütecaviz tavrını cezalandırmıştı. Her iki tarafın da barışa mayletmesiyle 17 Şubat 1568’de Edirne Antlaşması imzalandı.
2.5)AÇE SEFERİ:
Bugünkü Endonezya’ya bağlı Sumatra Adası’nın kuzeybatısında bulunan Açe Sultanlığı bölgedeki zenginliklere gözlerini diken Portekizlilerin hedeflerinden biriydi. Günden güne artan Portekiz baskısına dayanamayan zamanın Açe Sultanı Alaüddin Şah bir elçi heyetini yardım istemek amacıyla İstanbul’a gönderdi. Açe heyeti 1566 yılında İstanbul’a ulaştığında, o sırada Zigetvar Seferi’nde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın ölüm haberi geldi. Kanuni’nin yerine tahta geçen II. Selim heyete her türlü yardımı yapacağına söz verdi. 1569 yılında Osmanlı’nın Kızıldeniz filosu amirali Kurdoğlu Hayreddin Hızır Reis komutasında 22 parçadan oluşan Osmanlı Donanması Hint Okyanusu’na açılarak Açe’ye vardı ve yardımı ulaştırdı. Açe Sultanlığı Osmanlı Devleti’ne bağlanırken, Portekizlilere karşı taarruza geçebilecek kudrete ulaştı.
2.6)ADEN’İN VE KAHİRE KALESİ’NİN FETHİ:
Sultan Selim’in 1569 yılında Sumatra Seferi sırasında Sokullu Mehmed Paşa komutasında sefer sırasında alınmıştır, küçük bir yerdir.
Mısır’ın en stratejik ve en önemli kalesi olan Kahire Kalesi, 1569 yılında Piyale Paşa komutasındaki ordu tarafından alınmıştır.
2.7)DON-VOLGA KANAL PROJESİ:
Rusya’nın 1552’de Kazan Hanlığı’nı, 1556’da da Astrahan Hanlığı’nı ilhak etmeleri kuzeyde ilk kez bir Rus tehdidini ortaya çıkarmıştı. Sokullu Mehmed Paşa, Don ve Volga nehirlerinin bir kanalla birleştirilerek, Karadeniz ile Hazar Denizi’nin birbirine bağlanması sayesinde Rusların güneye doğru inmelerini engellemeyi, ayrıca İpek Yolu ticaretini canlandırmayı, İran ile yapılan savaşlarda donanmadan yararlanmayı ve Asya’daki Türk hanlıkları ile irtibat sağlamayı hedeflemiştir. 1569 Ağustosunda Kefe Beyi Kasım Paşa tarafından başlanan çalışmalar Rusya’nın saldırıları, mevsimin kış olması ve Kırım Hanlığı’nın projeyi kösteklemesi sonucunda başarıya ulaşamamıştır.
2.8)ASTRAHAN SEFERİ:
Osmanlı Devleti Don-Volga Kanal Projesi’ne koşut olarak 1556’dan beri Rusların elindeki Astrahan’ın geri alınması için bir de sefer tertipledi. 1569 yılının Kasım ayında çok olumsuz hava koşullarında başlayan kuşatma Rus Çarı Korkunç İvan’ın bölgeye Prens Serebiyanov komutasında 20.000 kişilik bir kuvvet gönderip Türk askerlerini iki ateş arasına almasıyla başladıktan 16 gün sonra sona erdi ve Türk ordusu bir huruç harekâtı yaparak kendini kuşatılmışlıktan kurtarmak zorunda kaldı.
2.9)KIRIM HANLIĞI VE MOSKOVA SEFERLERİ:
Kırım Hanı I. Devlet Giray Osmanlı Devleti’nin Don-Volga Kanal Projesi ve Astrahan seferi ile ulaşmak istediği Rus tehdidinin bertaraf edilmesi hedefine doğrudan Moskova’ya yürüyüp Rus gücünü örseleyerek ulaşılabileceğini düşünüyordu. 120.000 kişilik bir orduyla Oka Nehri’ni ve Serpukhov Tahkimatı’ni aşan Devlet Giray Han direnen 6.000 kişilik bir Rus ordusunu da mağlup etti ve Moskova önlerine geldi. Moskova’yı 24 Mayıs 1571’de yakarak yerle bir eden ordu, çok sayıda sivil Rus’un ölmesine rağmen Rus ordusunu örseleyemeden geri döndü. Bir yıl sonra yeniden Moskova’ya yürüyen Han bu sefer karşısında Moskova’nın 60 kilometre güneyinde 60.000 kişilik Rus ordusunu buldu. Molodi’de 30 Temmuz-3 Ağustos arasında yapılan muharebede yakın savaşa zorlanan süvari ağırlıklı Kırım ordusu önemli bir yenilgiye uğrayarak Kırım’a çekilmek zorunda kaldı.
Bu başarısızlıkların sonucunda Rusya’nın fetihleri kabul edilmek zorunda kalındı ve ileride Osmanlı Devleti’ne büyük sıkıntılar çıkaracak bir devlet oluşmaya başladı.
2.10)KEVKEBAN KALESİ’NİN FETHİ:
1570 senesinde Behram Paşa komutasındaki birlikler sayesinde kale alınmıştır. Aynı sene Yemen ile barış sağlanmıştır. Barış sağlandığı için Behram Paşa Ziged’e gitmiştir.
Dalmaçya’nın fethi
1571 senesinde Kıbrıs’ın fethi sırasında donanmanın Akdeniz’e inmesi sırasında feth edilmiştir. Fethin komutanlığını Sokullu Mehmed Paşa tarafından yapılmıştır.
2.11)KIBRIS’IN FETHİ:
Doğu Akdeniz, Kanuni Sultan Süleyman’ın fetihleriyle artık iyice Osmanlı iç denizi haline gelmiştir. Ancak Venedikli korsanların son bir sığınma yeri kalmıştı. Kıbrıs’ın fethinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
- Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim’e “Kıbrıs’ı fethetmek bize nasip olmazsa sen fethet” şeklinde vasiyet etmesi, bunun üzerine II. Selim’in “Eğer padişah olursam Kıbrıs’ı korsanların başına yıkacağım!” şeklinde babasına söz vermesi.
- Akdeniz üzerinden gelen Mısır tarafından II. Selim’e yollanmış hediye gemisinin korsanlar tarafından kaçırılması, tüm hediyelere el konulması ve mürettebatın zindana atılması ve bunun gibi onlarca neden sebebiyle Sokullu Mehmet Paşa’nın itirazlarına rağmen 15 Mayıs 1570’te Osmanlı Donanması sefere çıktı. 18 Mayıs 1570’te Kevkeban kalesi fethedildi. 2 Temmuz 1570’te Leftari Kalesi, 9 Temmuz 1570’te Girne Kalesi alındı. 9 Eylül 1570’te Lefkoşa fethedildi ve nihayetinde 1 Ağustos 1571’de Mağusa Kalesi’nin teslimiyle Kıbrıs’ın fethi tamamlandı.
2.12)İNEBAHTI DENİZ SAVAŞI:
Kıbrıs’ın Türk ordusunca fethi Batı Avrupa’da önemli bir yankı uyandırdı. Venedik’in kışkırtmasıyla İspanyol, Ceneviz, Papalık ve Malta Şövalyeleri donanmalarının da dahil oldukları bir “Kutsal İttifak” oluşturuldu. Avusturyalı amiral Don Juan komutasındaki Haçlı donanması karşısında Müezzinzade Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı. Osmanlı donanması ilk kez yakılmıştır. Bu yenilginin sonuçları kısa sürelidir. Dönemin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa bu durumu Venedikli elçiye şöyle belirtmiştir: Biz Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu koparttık; siz donanmamızı yakmakla uzamış sakalımızı tıraş ettiniz. Kopan kol yerine gelmez ama tıraş edilen sakal daha gür çıkar.
2.13)DONANMANIN YENİDEN İNŞAASI VE VENEDİK İLE BARIŞ:
Osmanlı başkenti donanmasının yenilgiye uğradığını muharebede başarılı olan tek denizcisi Uluç Ali Paşa sayesinde öğrendi. Uluç Ali Paşa kaptan-ı deryalığa getirildi ve Sokollu Mehmed Paşa’nın emriyle yeni bir donanmanın inşasına girişildi. Çok kısa bir zaman sonra oluşturulan donanma 1572 yazında Akdeniz’e açıldı. İspanya’nın da yeniden batıdaki mücadelesine yoğunlaşmasıyla yalnız kalan Venedik barış istedi. 1573 yılında imzalanan barış antlaşması ile Venedik Kıbrıs’ı Osmanlı Devleti’ne terketti ve savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.
2.14)TUNUS SEFERİ:
1573 yılında Venedik’i barışa zorlayan bu büyük donanmanın bir sonraki hedefi 1574 yılında İspanya’nın elindeki Tunus kenti ve kalesi oldu. Bu kent 1534 yılında Barbaros Hayreddin Paşa tarafından fethedilmiş, ancak ertesi yıl bizzat Alman İmparatoru ve İspanya Kralı V. Karl’ın komuta ettiği sefer sonucu Alman-İspanyol ordularınca geri alınmıştı. Özellikle Turgut Reis’in fetihleriyle Tunus ülkesinin tamamı Türk egemenliğine girmiş, geriye kukla Hafsiler’in İspanyol işgali alında hüküm sürdükleri Tunus kenti kalmıştı. Uluç Ali Paşa komutasındaki Türk donanması 13 Eylül 1574’te kenti fethetti. Aynı yıl Tunus Eyaleti kuruldu.
3)EDEBİ KİŞİLİĞİ:
Selîmî mahlasıyla şiirler yazan Selim’in bir de divanı vardır. Yahyâ Kemâl’in; Bir beyti bir de câmi-i mâ’mûru var diye övdüğü; Biz bülbül-i muhrık dem-i şekvâ-yı firâkiz Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden beyti, bütün Türk şiirinin en güzel beyitlerinden biri sayılmaktadır. İkinci Selim, aynı zamanda îmârcı da bir pâdişâhtır.
4)YAPTIRDIĞI HAYRATLAR:
Mekke-i mükerremenin su yollarının tâmiri, Mescid-i Harâm’ın mermer kubbelerle tezyini, Lefkoşa Selimiye Câmii, Azîz Efendi tekkesi, Navarin limanına hâkim bir mevkiye yaptırdığı kule, hayrâtı arasındadır. Edirne’ye yaptırmasının sebebi ise: Sultan’ın caminin yapılacağı şehir olarak neden Edirne’yi seçtiği kesin olarak bilinmemektedir. Evliya Çelebi Seyahatname adlı eserinde padişahın rüyasında İslam peygamberi Muhammed’i gördüğünü ve onun kendisinden Kıbrıs’ın fethi anısına bir cami yaptırmasını istediğini yazmıştır.Bu konudaki daha gerçekçi yorumlarda ise o dönemde İstanbul’da yeni bir büyük camiye ihtiyaç duyulmadığı, Edirne’nin Rumeli’deki Osmanlı egemenliğinin merkezi konumunda olduğu ve Selim’in gençlik yıllarından beri şehre ayrı sevgi beslediğine dikkat çekilir.
5)ESERLERİ:
II. Selim zamanında Ayasofya Camii yeniden onarıldı. Selimiye Camii, Mimar Sinan tarafından onun döneminde inşa edildi. Babası gibi II. Selim divan edebiyatına birçok eser bırakmış bir şairdir. Selim’in özellikle Nurbanu Sultan için yazdığı şiirler divan edebiyatının en güzel eserleri arasında gösterilir.
ÜNLÜ BİR BEYTİ:
Biz bülbül-i muhrik-dem-i şekva-yı firâkız
Ateş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
(Ayrılığın şikayetinin yakıcı demlerinin adamlarıyız biz. Sabah rüzgarı ateş kesilir, gülistanımızdan geçse.)
Son devrin ünlü şairlerinden Yahya Kemal, II. Selim’in bu beyti için, Selimiye kadar güzel bir şiir, demiştir.
VEFATI:
1574 yılında zevk ve eğlenceden çekilip tövbe eden Sultan Selim’in sağlığı da iyiden iyiye bozuldu. Rahatsızlığına sebep olarak sarayda yeni yaptırdığı hamamda gezerken ayağının kayıp düşmesi, vücudunun bir yanının düşmeden mütevellit kararması, hemen ardından şiddetli bir hummaya tutulması ve mide rahatsızlığı geçirmesi gösterilir. Bir başka rivayete göre içkiye tövbe edip birden bıraktığı için baş dönmesi geçirerek rahatsızlanmıştır. O sırada İstanbul’da bulunan S. Gerlach, ölüm sebebini çok fazla koyun sucuğu yedikten sonra üzerine aşırı ölçüde su içmesi, bu yüzden iki defa kalp krizi geçirmesi, tabiplerin ısrarına rağmen kan aldırmaması ve kanın içeride kalıp akciğerine hava gitmemesi olarak açıklar.
1574 yılında hayatını kaybeden Sultan Selim’in ölümü ilan edilince oğlu Murat tahta geçti. III. Murat’ın İstanbul’a gelişine kadar 12 gün saraydaki buzlukta bekletilen cenazesi saray avlusunda servi ağaçları altına yerleştirildi ve öğle namazını müteakip yeni padişahın, vezirlerle diğer devlet erkanının hazır bulunduğu kalabalık bir topluluğun katılımıyla şeyhülislam tarafından cenaze namazı kıldırıldı. Ardından Ayasofya Camii avlusunda kendi emriyle yapımına başlanan türbesinin bulunduğu mevkide hazırlanan yere katledilen beş şehzadesiyle birlikte defnedildi.
KAYNAKÇA:
1)www.wikipedia.org
2)Türk Diyanet İşleri Vakfı İslâm Ansiklopedisi
3)www.beyaztarih.com