1.Selim, bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim ( Sultan Selīm-i Evvel; 10 Ekim 1470 – 22 Eylül 1520) 9. Osmanlı padişahı ve 88. İslam halifesidir. Aynı zamanda ilk Türk İslam halifesi ve Hâdim’ul-Harameyn’uş-Şerifeyn (Mekke ve Medine’nin Hizmetkârı) unvanına sahiptir.[4] Babası II. Bayezid, annesi Gülbahar Hatun,[5][6] eşi Ayşe Hafsa Sultan’dır. Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını 8 yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2‘si Avrupa’da, 1.905.000 km2‘si Asya’da, 2.905.000 km2‘si Afrika’da olmak üzere toplam 6.557.000 km2‘ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu’da birlik sağlanmış; halifelik Mısır Memlükleri’ne bağlı Abbasiler’den Osmanlı Hanedanına geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu’nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır.
Selim, tahta, babası II. Bayezid’e karşı darbe yaparak çıkmıştır. Şehzade Selim, tahta çıkmadan önce vali olarak Trabzon’da görev yapmıştır. Yavuz Sultan Selim’e kızını vermiş olan Kırım Hanı Mengli Giray, ona askeri destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. 1512’de tahta çıkan Sultan Selim, 22 Eylül 1520’de şarbon hastalığına bağlı olarak Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz 49 yaşındayken öldü ve yerine oğlu Kanuni Sultan Süleyman geçti. Yavuz Sultan Selim’in türbesi İstanbul’un Fatih ilçesindedir. Aynı zamanda türbesinin yanında Tanzimat Dönemi padişahlarından Abdülmecid’in de türbesi bulunmaktadır.
1)İLK YILLARI:
Sert mizacından dolayı Yavuz ve şehzâdeliğinden beri Selim Şah olarak anılan Sultan Selim, hicri 875/rumi 10 Ekim 1470 tarihinde babası Şehzade Beyazıt’ın sancakbeyliği görevi nedeniyle Amasya’da dünyaya geldi. Babası 2.Beyazıt, annesi ise kimi kaynaklara göre Dulkadiroğulları Beyi Alaüddevle Bozkurt Bey’in kızı Gülbahar Hatun, bazılarına göre Dulkadiroğulları Beyi Alaüddevle Bozkurt Bey’in kızı Ayşe Hatun’dur. Osmanlı’nın, devlet tecrübesi kazanmaları için şehzadeleri küçük yaşlarda sancaklara gönderme usulü gereği Şehzade Selim de Trabzon’a vali olarak atandı.
2)TRABZON SANCAK BEYLİĞİ:
Fatih Sultan Mehmet zamanında, Sivas Vilâyetinin Amasya Sancağı’nda büyük oğlu Şehzade Bayezid (sonradan II. Bayezid) sancak beyi iken; yine Sivas Vilayetine bağlı Trabzon Sancağı’nda da sancak beyi olarak Şehzâde Beyazıt’ın en büyük oğlu Abdullah bulunmaktadır. Trabzon’da İçkale Camii şadırvanında sancak beyi Abdullah’ın 1470 yılına ait (Hicrî 875) bir kitâbesi bulunmuştur. Şehzâde Abdullah’ın Trabzon sancak beyi olarak 886/1481 yılına kadar bu görevde kaldığı anlaşılmaktadır.
Şehzade Abdullah’tan sonra Trabzon sancak beyi olan ikinci ve son şehzade Yavuz Sultan Selim’dir. Fatih Sultan Mehmet’in vefatı ile 2.Beyazıt (1481-1512) padişah olarak cülûs edince, oğlu Şehzade Selim’i 1481 yılında (Hicrî 886) Trabzon sancak beyi olarak tayin etmişti. Şehzade Selim, 1481-1510 yılları arasında (Hicrî 886 – 915) yaklaşık olarak 29 yıl boyunca Trabzon’da valilik yapmıştır.
Valiliği sırasında devlet işleri yanında ilimle de uğraşmış ve âlim Mevlana Abdülhalim Efendi’nin derslerini takip etmiştir. Daha o zamanlarda Şehzade Selim, devletin bel kemiği Türkmenlerin devletten duyduğu memnuniyetsizliği ve Safevi Devleti’ne yönelmelerini fark etmiştir. Türkmenleri devlete bağlamak için Şehzade Selim, İstanbul yönetiminden izin almaksızın Gürcüler üzerine sefer yapmış ve bu seferlerin en önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına katmıştır (1508). Hatta devlet töresine göre elde edilen ganimetin beşte birini beyt-ül mal’a katması gerekirken onu da mücahit Türkmenlere bırakmıştır.
3)TAHTA ÇIKMADAN ÖNCE SON YAŞANANLAR:
2.Beyazıt’ın 8 oğlu olmuştu. Bunlar yaş sırası ile Abdullah, Şehenşah, Alemşah, Ahmet, Korkut, Selim, Mehmet, Mahmud’dur. Ahmed, Korkut ve Selim dışındakiler babalarının sağlığında ölmüşlerdi. Selim Trabzon, Korkut Saruhan, Ahmet Amasya illerinde vali olarak görev yapıyordu. Selim’in oğlu Süleyman Kefe sancak beyi; Ahmet’in oğlu Bolu sancak beyi olarak görev yapıyordu. Karaman valisi Şehzade Şehenşah’ın ölümü üzerine, Beyşehri’nde bulunan oğlu Mehmet Konya’ya tayin edildi. Şehzade Alemşah’ın oğlu Osman ise Çankırı sancak beyi olarak görevdeydi. Şehzade Mahmut’un oğlu Orhan babasının Manisa’ya nakli ile Kastamonu beyliğine atanmış, Mahmut’un diğer oğlu Musa ise Sinop Beyi olmuştu. Şehzade Mahmut’un en küçük oğlu Emirhan’ın ataması ise, çok küçük olduğundan henüz yapılmamıştı.
Şehzade Selim, Trabzon valiliği sırasında Türkmenlerin ve askeri başarıları münasebetiyle de yeniçerilerin desteğini arkasına almıştı. Ancak Osmanlı bürokrasisi, Şehzade Ahmed’in tahta çıkmasını desteklemekteydi. Manisa sancağındaki Şehzade Korkut’un erkek çocuğu olmadığından tahta çıkma şansı az olarak görülmekteydi. Konya’daki Şehzade Şehenşah 2 Temmuz 1511’de babasından 6 ay evvel öldüğünden taht kavgasına dahil olmamıştı.
Şehzade Selim, uzun zamandır kötü giden devlet işlerinden ötürü babasının artık saltanatı terk edeceğini haber almıştı. Fatih Kanunnamesi’ne göre, hükümdar olan şehzade diğer kardeşlerini öldürecekti. Bunun için kardeşleri Korkut ve Ahmet’in hareketlerini yakından takip ediyordu. Saltanatı ele geçirmek için kardeşleri gibi Selim de hazırlık yapmış, kendi askerlerine ek olarak Kırım Hanı kuvvetlerinden de istifade etmiştir. Rumeli’ye geçtiğinde yanında Kırım Hanı’nın küçük oğlunun komutasında 350 kadar asker de vardı. Ayrıca taraftarları sayesinde Yeniçeri Ocağı’nın desteğini de elde etmişti.
Şehzade Selim’in oğlu Süleyman evvela Şarki Karahisar’a tayin edilmiş, ancak Şehzade Ahmet’in kendisine yakınlığı sebebiyle itiraz ettiğinden Bolu’ya naklolunmuş, Şehzade Ahmet bu sefer de kendisi ile İstanbul arasında rakibi Selim’in oğlunun bulunmasını istemediğinden buna da itiraz etmiş ve bu itirazı da kabul edilmiştir. Bu defa da Şehzade Selim, oğlu Süleyman’a kendi sancağı olan Trabzon’a uzak yerlerden sancak gösterildiğinden bu yerlere karşı çıkmış ve oğlunun kendi yakınında olmasını ısrarla talep etmiş, Şarki Karahisar yahut Kefe sancaklarından birinin verilmesini istemiştir. Tüm bunların sonucunda Süleyman Kefe sancağına atanmıştır.
Kendisi İstanbul’a uzak olduğundan çabuk ve muntazam haber alamıyordu. Bu nedenle devlet merkezine yakın bir yere nakledilmek istiyordu. Bu maksada uygun olarak Rumeli’de bir sancak istedi ve hemen Kırım’daki Kefe üzerinden Tuna’ya doğru harekete geçti. Kendisine Trabzon’a ilaveten Kefe verildi ise de bunu kabul etmedi. Şehzade Selim’e nasihat vermesi amacıyla ulemadan kişiler yollansa da Selim bunları geri çevirdi; Anadolu’da nereyi istersen verelim önerisi gelse de istediği gibi bir cevap alamayınca derhal Kırım Hanı’ndan aldığı kuvvetle Silistre yoluyla Rumeli’ye (Balkanlara) geldi. Ulemalar tekrar yollansa da, Selim buna da kesin olarak ret cevabı vermiştir. Ayrıca Şehzade Selim’in bu hareketinden önce, Şehzade Korkut da babasından izin almaksızın Antalya’dan kalkıp Manisa’ya gitmişti. Bu hareketleri doğru bulmayan Şehzade Ahmet ; babası II. Beyazıt’tan Korkut ve Selim’i öldürtmek için izin istemiş ise de Bayezid bunu kabul etmemiştir.
Şehzade Selim’in Rumeli’ye geçişi İstanbul’da duyulunca, Selim üzerine asker sevkedilmesi gündeme gelmişti. Bunu haber alan Selim asi olmadığını, babasına saygılarını arz etmek için geldiğini beyan etmiş ve kendisine nasihat için babası tarafından yollanan elçiye itibar etmiş, bunun üzerine İstanbul’a dönen elçi şehzadenin babasının elini öpmek için geldiğini söylemiştir. Selim karşıtları bu oyunu kabul etmeyerek Selim’in üzerine Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa’yı göndermişler, ancak Hasan Paşa savaşmaksızın Edirne’ye dönmüştür. Bunun üzerine padişah II. Bayezid bizzat Selim’e karşı harekete geçmiştir.
Padişah Bayezid yaşlı olduğundan arabayla hareket etmiş ve Çukurçayır’da Selim’in ordugahının karşısına gelmişti. Selim karşı taraftan taarruz olmadıkça, kesinlikle saldırılmamasını emretmiştir. Bayezid’e binmiş olduğu arabanın penceresinden elini öpmeye gelen oğlunun kuvvetleri gösterilince Bayezid duygulanmış, Rumeli akıncı ve sancak beylerinin de etkisiyle, savaştan vazgeçilerek taraflar arasında bir anlaşma yapılmıştır. Buna göre; veliaht yapılacağı dedikoduları olan Şehzade Ahmet’in veliaht yapılmayacağı temin edildi ve Bayezid tarafından şehzadelerinden hiçbirini diğerine tercih edip veliaht yapmayacağına dair ahidname yazdırıldı. Ayrıca Selim’e Rumeli’den istediği Semendire Sancağı verilmiş, bununla beraber bu sancağa Alacahisar ve İzvorvik Sancakları da ilave edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine Şehzade Ahmet babasına yazdığı mektupta; Selim’in askeriyle padişah babasının üzerine yürümesine rağmen kendisine 3 sancak ve buna ek olarak 500 bin akçe verilmesini eleştirmiş, sadece 3 sancak olsa da bunun Rumeli’nin tamamen verilmesi demek olduğunu, hükümdarlığına sadece bir hutbe ve bir de sikke kaldığını; hâlbuki kendisinin babasını asla incitmediğini de belirtmiştir. Ayrıca babası sağ oldukça saltanatta kesinlikle gözü olmadığını ancak asi kardeşi üzerine gitmesine izin verilmesini istemiştir. Böylece, veliaht tayini işini de önleyen Selim, komutasındaki askerlerle Semendire’ye gitmeyip, Eski Zağra ve Filibe taraflarında kalmış ve Semendire’ye bir vekil göndermiştir.
4)TAHTA ÇIKMASI:
Trabzon’da iken babasının hükümdar olarak gücünün giderek zayıfladığını, özellikle Amasya’da bulunan ağabeyi Ahmet’in taht için en başta gelen aday sıfatıyla öne çıktığını fark eden Şehzade Selim bu oldubittiyi kabullenmedi. Böylece bir taraftan kardeşleri, diğer taraftan babasıyla taht için zorlu bir mücadeleyi göze almaktan çekinmedi. Trabzon’da kazandığı başarılar her tarafta duyulmuş, şahsında gazâ bayrağının yeniden açılacağı, devleti zor durumda bırakan Safevî tehdidinin ancak onun sayesinde bertaraf edilebileceği propagandası yapılmaya başlanmıştı. Bilhassa âdeta iktidarın belirleyicisi durumundaki yeniçeriler arasında adı öne çıkmıştı. Şehzade Selim iktidar mücadelesini Trabzon’dan sürdürmek istemiyordu. Bu sebeple çeşitli bahaneler ileri sürerek sancağının değiştirilmesini talep ettiyse de yaptığı teklifler Şehzade Ahmet’in de baskısıyla babası tarafından kabul görmedi. Bu defa oğlu Süleyman için sancak istedi. Merkezden Sultanönü veya Giresun-Kürtün-Şiran yöresinin tahsis edilebileceği cevabını alınca taht için düşünülmediği kanaati iyice pekişti ve babasına sert ifadelerle dolu bir mektup yolladı. Bu mektup, onun alenî olarak taht mücadelesinin taraflarından biri olduğunu ve dikkate alınması gerektiğini gösteriyordu. Kardeşi Ahmed ile anlaşmazlıkları had safhaya ulaşmış, hatta rivayete göre birbirlerine karşı savaş için hazırlık bile yapmışlardı. II. Bayezid, Şehzade Ahmet’in de etkisiyle birkaç defa fikir değiştirdikten sonra torunu Süleyman’a Selim’in isteği doğrultusunda Kefe sancağını vermeyi kabul etti (18 Rebîülevvel 915 / 6 Temmuz 1509). Tahttan ümidini kesmeyen Selim artık iktidarı zorla ele geçirmekten başka bir çare görmüyordu. Bu sırada II. Bayezid’in hastalığının arttığı şâyiaları ve Şehzade Ahmet’in tahta geçmek için hareket ettiği haberleri diğer kardeşi Korkut gibi Selim’e de ulaşmıştı. Hemen oğlunu görmek isteğiyle babasından izin almadan Kefe’ye gitti (916/1510). Korkut Manisa’ya, Ahmet ise Ankara’ya gelmişti. Selim Kefe’de iken babasını bizzat görmek bahanesiyle İstanbul’a gitmek için izin talebinde bulundu. Sadrazama yazdığı mektupta babasının Şehzade Ahmet’i tahta geçirmeyi düşünüp diğer oğullarını ortadan kaldırma niyetini taşıdığını ve eğer böyle bir amacı varsa hemen gelip ona teslim olacağını bildiriyordu. Ayrıca devlet adamlarını da ağır biçimde suçluyordu (TSMA, nr. E. 6185). Gerçekten divanda vezirlerin çoğu onun aleyhinde bulunarak padişahı Ahmet lehine teşvik etmekteydi. Kefe’ye izinsiz gitmesi devlet merkezinde büyük yankı uyandırmıştı. Selim, sancağına dönmesi için nasihat etmek üzere babası tarafından gönderilen ulemâdan Sarıgörez Nureddin Efendi’yi dinlemedi ve ona amacının babasını bizzat görmek olduğunu, bu sebeple İstanbul’a gitmek istediğini söyledi. Bu arada kendisine Rumeli yakasında bir sancak verilmesi talebinde de bulunmuştu. Onun buradan ayrılmayacağını anlayan II. Bayezid vezirlerle görüşerek Menteşe sancağını verdiyse de Selim bunu kabul etmeyip Silistre sancağını istedi. Ardından babasının elini öpmek amacıyla hareket ettiğini bildirip Kefe’den Akkirman’a geldi, fakat şehre alınmadı; burada durmayarak Kili civarına ulaştı (Rebîülevvel 917 / Haziran 1511). Adamları burada toplandıktan sonra yanındaki 3000 kişiyle Edirne’ye doğru yola çıktı. Çukurçayır denilen yerde babasıyla karşı karşıya geldi. Burada babası tarafından yatıştırıldı ve kendisine Semendire sancağı verildi, Macarlar’la savaşması için izin çıktı. Ayrıca II. Bayezid, hayatta bulunduğu müddetçe şehzadelerden herhangi birini saltanat makamına geçirmeyeceğine dair söz verdi. Selim, Edirne’den ayrılıp Semendire’ye hareket ettiğinde Anadolu’da Şahkulu isyanı iyice yayılmış, Şehzade Ahmet de baskılarını arttırmıştı. Eski Zağra’ya gelince ağabeyinin saltanat makamına çağrıldığını haber aldı ve hemen geri dönüp Edirne’ye girdi, ardından babasına yetişerek Çorlu’ya geldi. Uğraşdere mevkiinde II. Bayezid’in kuvvetleri âni bir saldırıyla Selim’i geri çekilmeye zorladı. Güçlükle kurtulabilen Selim, Ahyolu’na ulaştığında etrafında 3000 kişi bulunuyordu. Çaresizlik içinde Kefe’ye dönmek zorunda kaldı (8 Cemâziyelevvel 917 / 3 Ağustos 1511). Bununla birlikte İstanbul’da yeniçeriler Şehzade Ahmet’i istemediklerini ve Selim’i desteklediklerini açıkça ilân ettiler. Üsküdar’a kadar gelmiş olan Ahmet şehre giremedi, Kefe’deki Selim’e destek mektupları yollandı. Hersekzâde Ahmet Paşa’nın kendisine taraftar olduğu, vezirlerden Mustafa Paşa ile Sinan Paşa’nın onu desteklediği yolunda haberler kendisine iletildi. Sonunda II. Bayezid, Muharrem 918 (Mart 1512) tarihli emirle onu asâkir-i mansûre serdarlığına getirdiğini bildirip İstanbul’a çağırdı (TSMA, nr. E. 6185). Bu arada Şehzade Korkut İstanbul’a gelmiş ve yeniçerilere sığınmıştı; yeniçeriler ona ümit vermedilerse de koruma altında tuttular. Selim süratle İstanbul’a geldi, taraftarlarınca sevinçle karşılandı. İstanbul’a girmeden önce kardeşi Korkut ile buluşup bir süre konuştuktan sonra Yenibahçe’de kendisi için hazırlanan çadıra indi. Babası onu memleketi karışıklıktan kurtarmak için serdar tayin ettiğini ileri sürüyordu. Selim ise bunun kendisine hükümdarlık yolunu açtığından artık iyice emindi. II. Bayezid, ağır baskı karşısında tahtından oğlu lehine feragat etmeye mecbur oldu, bir bakıma tahttan indirildi. Böylece I. Selim dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıktı (7 Safer 918 / 24 Nisan 1512).

Yavuz Sultan Selim resmen saltanatını ilân ettikten sonra ilk iş olarak iktidarını sağlamlaştırmaya çalıştı. Tahta ortak olabilecek kardeşleri Ahmed ve Korkut’un bertaraf edilmesi konusuna öncelik verdi. Saltanatını terkeden II. Bayezid’in Dimetoka’ya gitmek üzere İstanbul’dan çıkışının ardından 25 Rebîülevvel 918’de (10 Haziran 1512) Abalar köyünde vefatı da (TSMA, nr. E. 6335: Yûnus Paşa’nın mektubu) onu rahatlatmış olmalıdır. Babasını zehirlettiğine dair söylentiler özellikle Batı kaynaklarında yer bulmakla birlikte bu husus başka kaynaklarla doğrulanamamaktadır. Ancak babasının ölümünün kardeşleriyle yapacağı mücadelede durumunu kuvvetlendirdiği kesindir. Bu sırada Korkut Manisa’da iken Şehzade Ahmed Konya’da yerleşerek hükümdar gibi davranmaya başlamıştı. Etrafa emirler gönderip asker toplamaya çalışıyor ve Selim’e karşı ciddi bir hazırlık içinde bulunuyordu. Oğlu Alâeddin’i Bursa’ya yollayarak buraya hâkim olmaya çalışmış, Bursa halkı 19 Haziran’da yeni padişahtan yardım talep etmişti. Yavuz Sultan Selim, oğlu Süleyman’ı Kefe’den getirtip ona İstanbul’un muhafazasını verdikten sonra 18 Temmuz’da Anadolu’ya geçti, bir kısım yeniçerileri de Bursa’ya yolladı. Afyon’da bulunan Şehzade Ahmed Ankara’ya çekildi. Ancak orada da duramayıp Amasya’ya ve ardından Darende’ye gitti. Yavuz Sultan Selim kışı geçirmek için 23 Kasım’da Bursa’ya geldi. Burada iken ağabeyi ile yazıştığı suçlamasıyla Vezîriâzam Koca Mustafa Paşa’yı idam ettirdiği gibi şehirde bulunan Şehzade Mahmud’un oğulları Mûsâ, Orhan, Emîr ile Âlemşah’ın oğlu Osman ve Şehinşah’ın oğlu Mehmed beyleri de saltanatının bekası gerekçesiyle ortadan kaldırdı. Ardından Manisa’da bulunan Şehzade Korkut’u yakalatıp öldürttü. Artık karşısında sadece ağabeyi Ahmed ve oğulları kalmıştı. Ahmed bu esnada Amasya’yı yeniden kendi kontrolü altına almıştı. Kendisine gelen mektuplara aldanarak topladığı askerlerle 1512 Ocağı sonunda harekete geçti ve Bursa üzerine yürüdü. Yenişehir ovasında yapılan savaşta Yavuz Sultan Selim kardeşini bozguna uğrattı (8 Safer 919 / 15 Nisan 1513). Şehzade Ahmed savaş meydanından kaçmaya çalışırken yakalanıp öldürüldü. Böylece Yavuz Sultan Selim tam anlamıyla tahtını sağlamlaştırmış oldu.
4.1)İRAN SEFERİ:
4.1.a)ÇALDIRAN SAVAŞI:
Safevîler’in Anadolu’da giderek artan propaganda faaliyetleri yanında taraftarlarınca birbiri ardı sıra çıkarılan büyük isyanlar Yavuz Sultan Selim için halledilmesi gereken en önemli mesele durumundaydı. Öncelikle Safevî taraftarlarının cezalandırılması için emir veren Yavuz Sultan Selim daha sonra doğrudan Şah İsmâil üzerine yürüme kararı aldı. Yapılan teftişler sırasında Anadolu’da Safevî yandaşı oldukları gerekçesiyle 40.000 kişiyi katlettirdiği iddiaları doğru değildir. Son çalışmalar takibata uğrayanların, ağır biçimde cezalandırılanların daha ziyade Safevî propagandası yapan kişiler (halife) ve onları destekleyen tekke mensupları olduğunu, bunların bir bölümünün idam edilmeyip sürgün edildiğini (meselâ Mora’ya ve Rumeli yakasına) ortaya koymaktadır. Ayrıca Safevîler’e meyleden pek çok kimsenin köylerini boşaltıp Şah İsmâil’e katıldığı tahrir kayıtlarından anlaşılmaktadır. Hatta daha sonra bunların geri dönmesi durumunda vergi muafiyetiyle iskânlarının sağlanacağına dair resmî emirler verildiği bilinmektedir (BA, TD, nr. 52, s. 617-760).
Osmanlı aydın kesiminde, dinî çevrelerde Safevîler’in düşüncelerine karşı oluşan büyük tepkiler meselenin artık çok ciddi boyutlara ulaştığını gösteriyordu. Nitekim Yavuz Sultan Selim’e bu yolda birçok rapor geliyordu. Bunlardan birinde Safevîler’in Anadolu’daki faaliyetleri ve Osmanlı karşıtı düşünceleri hakkında dikkat çekici bilgiler yer alır (TSMA, nr. E. 3192; krş. Tansel, Yavuz Sultan Selim, s. 20-28). Safevîler üzerine harekete geçmeyi kararlaştıran Yavuz Sultan Selim, yaptığı divan toplantılarında hem savaş kararını hem de uygulanacak stratejiyi tartışmaya açtı. Vezirlerin bir kısmı Anadolu’daki karışıklıkların henüz yatışmaması sebebiyle böyle bir seferi erken buluyordu. Rumeli ve Anadolu’daki timarlı sipahilerin isteksizlikleriyle ilgili haberler de ulaşıyordu. Ancak bunlar onu fikrinden vazgeçirecek boyutta değildi. Safevîler’le savaşmanın mutlak bir dinî görev olduğu, İslâm’ı sapmış/Râfizî bir mezhepten kurtarmanın gazâdan daha önce geldiği yolunda alınan fetvalarla sefer kesinleşti. Ayrıca Yavuz Sultan Selim, Safevîler’e karşı ticarî bir ambargo başlattı ve İran ipeğinin Batı’ya girişini yasakladı. Sınırlar tamamen kapatıldı, tüccarın geliş gidişi engellendi, yasağa uymayanlar cezalandırıldı ve mallarına el konuldu. Oğlunu Manisa’dan çağıran ve yerine vekil bırakan Yavuz Sultan Selim, Edirne’den İran seferi için yola çıktı (23 Muharrem 920 / 20 Mart 1514). İstanbul’dan İzmit’e ulaştığında Şah İsmâil’e bir mektup göndererek ona karşı savaş açtığını ilân etti. Burada çok açık biçimde Şah İsmâil’i dinden çıkmış, ortadan kaldırılması gereken biri olarak suçluyor, son bir defa daha “sünnet-i seniyye”yi kabul ve tövbe etmesi halinde savaşa gerek olmayacağını bildiriyordu (Feridun Bey, I, 379-381). İzmit’ten hareket edip Konya’ya, oradan Kayseri üzerinden Sivas’a ulaştı ve burada asker sayımı yaptırdı (9 Cemâziyelevvel / 2 Temmuz), ancak iâşe temini konusu giderek önemli bir mesele teşkil etmeye başladı. 13 Temmuz’da Safevî sınırlarına dayandı; bu sırada Safevîler’in yol güzergâhını tamamıyla tahrip ettikleri, buralarda yiyecek bulunmadığı haberleri geliyordu. 18 Temmuz’da Şah İsmâil’in cevabî mektubu ulaştı. Burada Şah İsmâil yumuşak bir üslûpla aldığı tehdit ve hakaretlerle dolu mektubu kendisine yakıştıramadığını, ancak savaşa da hazır olduğunu bildiriyordu (a.g.e., I, 384-385). Bazı kaynaklarda Şah İsmâil’in mektupla birlikte bir yaşmak ve kadın kıyafeti yolladığı, ayrıca bir hokka dolusu afyon gönderdiği, böylece imalı bir hakarette bulunduğu rivayet edilir. Yavuz Sultan Selim için asıl zorluk, Safevî sınırlarını geçtikten sonra iyice tahrip edilmiş arazide ilerleyiş sırasında baş gösterdi. Uzun süre yol alınmasına rağmen Safevî ordusundan bir iz yoktu, yiyecek sıkıntısı çok artmıştı ve bu sebeple asker, özellikle de yeniçeriler artık iyice sızlanmaya başlamıştı. Yavuz Sultan Selim birbiri ardınca yaptığı divanlarda durumu değerlendiriyor, vezirlerin geri dönme yolundaki telkinlerine karşı direniyordu. Bu durum, çocukluğundan beri tanıdığı Karaman Beylerbeyi Hemdem Paşa’yı idam ettirmesine yol açtı, böylece muhaliflere gözdağı vermiş oldu (24 Temmuz). 14 Ağustos’ta yeniçeriler, bazı beylerin teşvikiyle düşmanın görünmediğini ve bu harap memlekette neden hâlâ yürüdüklerini anlayamadıklarını belirterek isyan ettiler. Yavuz Sultan Selim etkili sözlerle onları zorlukla yatıştırdı. Bunda, o sırada gelen bir casusun Şah İsmâil’in Hoy’a doğru ilerlemekte olduğu haberini getirmesi etkili olmuştu. Sonunda Çaldıran ovasında iki taraf karşı karşıya geldiğinde Yavuz Sultan Selim ordusunun top arabaları, yeniçeri ve azeblerce sıkı şekilde korunan merkezinde Vezîriâzam Hersekzâde Ahmed Paşa ile birlikte yerini aldı. 2 Receb 920 (23 Ağustos 1514) Çarşamba günü yapılan savaşta Osmanlı sağ ve sol kollarındaki süvariler kanatlarda bozulma emâreleri gösterirken bizzat Yavuz Sultan Selim tarafından devreye sokulan toplar ve yeniçeri tüfekçi birlikleri Şah İsmâil’in klasik Türkmen taktikleriyle savaşan atlı süvarilerini dağıttı ve Şah İsmâil geri çekilmek mecburiyetinde kaldı. Yavuz Sultan Selim böylece en başta gelen rakibine açık bir üstünlük sağladığı gibi harekâtını sürdürerek Tebriz’e girdi (16 Receb / 6 Eylül). Cuma günü adına hutbe okuttu. Bazı imar hareketlerinde bulundu ve sayıları 1000’e ulaşan ilim ve sanat erbabını İstanbul’a sevketti. Tebriz’de dokuz gün kaldıysa da yiyecek sıkıntısı yüzünden kışı burada geçirmek istemedi; askerin de isteksizliği sebebiyle Amasya’ya döndü. Dönüş sırasında Bayburt ve Kiğı kalelerinin teslim alındığı haberleri gelmişti. Yavuz Sultan Selim, yolda bazı askerin etrafı yağmalaması üzerine Vezîriâzam Hersekzâde Ahmed Paşa ile Vezir Dukakinzâde Ahmed Paşa’yı azletti; ancak kısa süre sonra Dukakinzâde’ye makamını iade etti.
Kışı Amasya’da geçiren Yavuz Sultan Selim, Safevîler’e karşı ertesi yıl yeniden sefere çıkmak niyetindeydi. Ancak Amasya’da iken yeniçeriler İstanbul’a dönmek için baskı yapmaya başladılar. 22 Şubat 1515’te yeniçeriler, teamüle aykırı şekilde üçüncü vezirliğe getirilen Pîrî Mehmed Paşa’nın ve padişahın hocası Halîmî Çelebi’nin evlerini yağmalayıp divanda ileri geri konuşmuşlar, çok sinirlenen padişah olaylardan mesul tuttuğu vezîriâzamı Dukakinzâde’yi hançerle yaralamış, ardından cellâtlara teslim etmişti. Bu hadisenin yankıları uzun süre devam edecektir. Yavuz Sultan Selim, Amasya’daki bu olayın gerçek tahrikçilerini bulmak için çok uğraşmış, İstanbul’a döndükten sonra dahi işin peşini bırakmamıştı. Muhtemelen bunu bir güç ve iktidar meselesi olarak görüyordu. Ayrıca Dulkadıroğlu Alâüddevle Bey’in vezîriâzamla haberleştiği yolunda aldığı duyumlar da onu huzursuz etmişti.
4.1.b)DOĞU VE GÜNEY SINIRLARINDAKİ KALE VE ŞEHİRLERİN FETHİ:
Sultan Selim Han öncelikle Kemah Kuşatması ile işe başlamıştır. Ardından İran Seferi sırasında, şah’a karşı savaşa katılması istenen, buna karşın Safevi ve Mısır Memlüklerine yardımda bulunan, ayrıca kendisine bağlı bazı aşiret reisleri de Osmanlı zahire kollarını vurduran Dulkadiroğlu Alaüddevle’nin üzerine gidilmesine karar vermiştir. Dulkadiroğulları Beyliği’nin üzerine Şehsüvaroğlu Ali Bey yollanmış, 12 Haziran 1515’te kazanılan Turnadağ zaferi ile de beylik toprakları Osmanlı’ya geçmiştir.
Safevi Devleti’nin batı sınırındaki şehir ve kalelerden en önemlilerinden biri olan Diyarbakır’ın da alınmasına karar veren Sultan Selim, doğudaki cepheyi yeniden açarak serdarlığa da Bıyıklı Mehmed Paşa’yı getirmiştir. Osmanlı Devleti’ne gelmiş olan bilim adamı İdris-i Bitlisi’nin de yardımlarıyla harekete geçen serdar paşa, gerçekleştirdiği bir dizi çarpışmanın sonuncusu olan Koçhisar Muharebesi ile Safevi ordusunu imha etmiştir. Mardin de kuşatma sonucu Osmanlı topraklarına katılmıştır. Böylelikle Urmiye, İtak, İmadiye, Siirt, Eğil, Hasankeyf, Palu, Bitlis, Hizran, Meyyafarikin ve Cizre; Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bu tarihlerde Memlük Devletine tabi olan Ramazanoğulları Beyliği’nin başında Mahmud Bey bulunuyordu. Bu zaferlerden sonra Osmanlı’yla yakınlaşan Mahmud Bey’i Memlük Devleti azletmiş, bunun üzerine Mahmud Bey de Yavuz Sultan Selim’e tabiiyetini resmen arz etmiştir. Ramazanoğulları Beyliği kendiliğinden teslim olup Osmanlı’ya tabii olmasıyla Anadolu’da birlik sağlanmıştır.
4.2)MISIR SEFERİ:
4.2.a)Mercidabık Savaşı:
Osmanlılar ile Memluklüler arasında, Fatih Sultan Mehmet devrinden beri süregelen anlaşmazlıklar bulunsa da İran Seferi, Memlük ve Safevilerin ittifak yapmalarına neden olmuştur. Ayrıca Yavuz’un Safeviler’e karşı sefere çıktığını haber alan Memlük Sultanı ordusunu Osmanlı sınırına kaydırmıştı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Dulkadiroğlu Beyliği’ne son verilmesi, Osmanlılar ile Memlüklüler arasındaki mevcut gerginliği daha da arttırdı. 1516 yılında Sadrazam Hadim Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun Suriye’den geçmesine Memlüklerin izin vermemesi üzerine, Yavuz Sultan Selim 5 Haziran 1516’da Mısır seferine çıkmış, 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştır. Memlûk Sultanlığına bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim olmuştur. Ancak, asıl savaş 24 Ağustos 1516’da Halep yakınlarında Mercidabık’ta gerçekleşmiş, Memluk Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamamıştır. Savaş sonunda yaşlı Memlûk Sultanı Kansu Gavri atından düşerek ölmüştür. Bu sefer sonucunda Osmanlı’nın sınırları 5.200.000 km2ye çıkmıştır.
4.2.b)Ridaniye Savaşı:
28 Ağustos 1516’da Halep’e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim almıştır. Hama (19 Eylül 1516), Humus (21 Eylül 1516) ve Şam (27 Eylül 1516) aynı şekilde teslim olurken, Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul etmiştir. 21 Aralık, 1516’da Sadrıazam Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Han Yunus Savaşı’nda Canberdi Gazali’yi yenmiş, böylece Filistin yolu açılmıştır.
Yoluna devam eden Yavuz 30 Aralık 1516’da Kudüs’e girmiş ve Kudus’deki kutsal yerleri ziyaret etmiştir. Osmanlı ordusu 2 Ocak 1517’de Gazze’ye girmiştir. Mercidabık Savaşı’ndan sonra Memlük Devleti’nin başına geçen Tomanbay; Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de öldürmüştür. Tumanbay, Venediklilerden top ve silah alarak Ridaniye’de kuvvetli bir savunma hattı kurmuştur. Yavuz Sultan Selim, ordusuyla birlikte Sina Çölü’nü 5 gün içinde şimdiki tank hızıyla (11 Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridaniye’de Memlük Ordusu ile karşılaşmıştır. Hemen sâhil yolunu bırakıp güneye şinâ çölüne doğru yönelip, hızla yol alıp Memlük Ordusu’na, El-Mukaddam Dağı’nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan Selim, bu manevra sayesinde Memlük Ordusu’nun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirmiştir.
Memlûk Sultanı Tumanbay çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen 22 Ocak günü Ridaniye Savaşı’nı kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik kurup Osmanlı komut merkezine bir baskın düzenledi. Sultan Selim’in otağı sandığı Veziriazam’ın çadırına girdi ve Veziriazam Hadim Sinan Paşa öldürüldü. Bu suiskast baskınınında istenen hedefi bulamaması sonucu, Tumanbey savaş alanından kaçtı. Böylece 22 Ocak 1517’de Ridaniye Zaferi kazanılmış oldu. Fakat bu savaş çok zayiatlı geçmiş ve her iki taraf da 25 bin kadar asker kaybetmiştir.
24 Ocak 1517’de Kahire alınmıştır. 4 Şubat 1517’de Yavuz törenle Kahire’ye girmiş ve Mısır Memlükleri’ne bağlı Abbasi halifeliğine son vermiştir. Kahire’yi hiç zayiat ve şehrin sosyal ve ekonomik hayatına zarar vermeden eline geçirmek niyetiyle 25 Ocak’ta Sultan Selim direniş göstermeden teslim olan bütün Memlûklülerin affedileceğini ilan etti. Fakat Tumanbay ve ona yakın Memlûklü komutanları gerilla tipi direniş organize etmeye başladılar ve bu nedenle Kahire ancak 3 gün süren çok şiddetli savaştan sonra ele geçti ve şehir kısmen yıkıldı ve binlerce kişi öldü. 4 Şubat 1517’de Yavuz törenle Kahire’ye girdi ve “Yusuf Nebi Tahtı“na oturdu. Memluklular Nil deltasında ve Yukarı Mısır’da direnişe devam ettiler. Fakat fazla zaman geçmeden Osmanlı güçleri bu direniş merkezlerini elimine edip Tumanbey’i yakalamayı başardılar. 13 Nisan 1517’de Tumanbey Kahire kale kapısında asılarak idam edildi. Bu zaferle birlikte Memlük Devleti yıkılmış, toprakları Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Bu seferde çok büyük ganimet elde edilmişti ve Mısır’daki Osmanlı ordusu erzak ve mühimmat gerektiriyordu. Sultan Selim İstanbul’a gemi ile haber göndererek 80 parça kadar gemi ve 20 parça kadırgadan oluşan bir filonun İstanbul’dan acele gönderilmesini istedi. Bu sırada İstanbul çok şiddetli bir kış geçirmekteydi; Haliç donmuştu ve İstanbul kaymakamı (muhafızı) Piri Paşa hemen istenilen filoyu gönderemedi. Hâlbuki tersanede çok sayıda yeni gemi, özellikle 6 top gemisi ve 5 at gemisi yapılmış hazır bekliyordu. Top gemileri o zamana kadar Tersane’de yapılan gemilerin en büyüklerinden olup her birine yirmi yedişer vukiyye demür atar darbezen topları yerleştirilmişti. Destek filosu ancak 26 Mart’ta İstanbul’dan yol almaya başladı. İskenderiye limanına ulaşan filo orada Sultan Selim için çok görkemli bir donanma gösterisi sergilediler. Ele geçen hazineler ve ganimet malları bu filoya yüklenerek 15 Temmuz’da İstanbul’a gönderildi.
Mısır Seferi sonunda Suriye, Filistin ve Mısır, Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Ayrıca Hicaz ve yöresi de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğu ticaret yolları tamamen Osmanlıların eline geçmiştir. Elde edilen ganimetler ve alınan vergilerle Osmanlı Hazinesi dolmuştur. 6 Temmuz 1517’de Kutsal Emanetler Osmanlı eline geçmiştir. Ayrıca Kıbrıs’taki Venedikliler Memlükler’e verdikleri vergiyi Osmanlılar’a ödemeye başlamıştır.
Mısır’ın alınmasıyla Baharat Yolu da Osmanlı kontrolüne geçmiştir. Devrin en önemli iki ticaret yolu İpek ve Baharat Yolu’nu ele geçiren Osmanlı bu sayede Avrupa ülkeleri, ekonomik yönden Osmanlılara bağımlı duruma gelmiştir. Ancak Ümit Burnu’nun keşfi nedeniyle bu avantaj uzun sürmemiştir.[38]
Bunlara ek olarak, Mısır’ın Osmanlı hakimiyetine girmesi ve Tomanbay’ın ölümünden sonra; Yavuz Sultan Selim, Kansu Gavri’nin kendisine rakip olarak çıkardığı kardeşi Ahmed’in oğlu Kasım’ı ele geçirtmiş ve öldürtmüştür.
4.2.c)Şah İsmail’in elçi göndermesi:
Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Muharebesi’nden sonra Şah İsmail’in barış için yaptığı teklifleri kabul etmemiş olup, Doğu Seferi’ne devam etme amacını taşıyordu. Ancak, Şam’a geldiğinde Şah İsmail’in name ve hediyeleriyle elçilerini oraya gelmiş buldu; Şah İsmail’in barış yapma hususunda bu kadar istekli olması Mısır Seferi’nde sonra kendi üzerine bir başka sefer daha yapılmasını olası görmesiyle açıklanabilir. Şah İsmail yolladığı namesinde saygı dolu ifadeler kullanıp şöyle diyordu: “Sen birçok belde ve tebaaya malik oldun; bilhassa Mısır’ı almakla Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn unvanını aldın. Şimdi sen arzın İskender‘isin; aramızda geçen geçmiştir; bir daha geri gelmez; sen memleketine git, ben de memleketime gideyim; aramızda Müslümanların kanlarını dökmeyelim, arzun ve maksadın ne ise onu ben yerine getiririm.”
Sultan Selim askerin yorgun olması nedeniyle Şah İsmail’in üzerine gitmedi; bununla beraber Şah İsmail’den gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı tedbir almayı da ihmal etmemiştir. Yavuz, dönüş yolunda Mercidabık mevkine geldiğinde veziriazam Piri Mehmed Paşa’yı 2 bin yeniçeri ve bir hayli eyalet askeri ile Diyarbakır tarafına yolladı, kendisi de İstanbul’a hareket etti. Piri Mehmed Paşa bir süre Fırat Nehri kenarında kaldı; Şah İsmail’in hiçbir harekette bulunmaması üzerine verilen emir ile Edirne’de bulunan padişahın yanına geldi.
4.2.d)KIZILBAŞ CELAL AYAKLANMASI:
Bozok Türkmenleri’nden ve Amasya’nın Turhal kasabası halkından Celal isminde tımarlı bir kızılbaş ayaklanarak 20 bin kişi toplayıp Tokat’a gelmişti. Bu hadisenin bastırılması için Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa görevlendirilmişti. Aynı zamanda Şehsüvaroğlu Ali Bey de olaydan haberdar edilmişti. Ferhad Paşa gelmeden önce; Ali Bey, Kızılbaş Celal’in üzerine yürümüş ve Celal’i mağlup etmiştir (924/1518).
4.3)BATI SEFERİNE HAZIRLIK:
Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi’nden döndükten sonra donanmaya önem vermiş, hazırlık yapmaya başlamıştı. Bu hazırlığın ne tarafa olacağı henüz bilinmediğinden Venedikliler telaşlanmış, Kıbrıs adasına ait vergiyi vermekle beraber her ihtimale karşı adayı da askeri yönden takviye etmişler, ayrıca Avrupa’da müttefik aramaya başlamışlardı. Bununla beraber seferin ne tarafa gerçekleştirileceği muğlaktır. Ayrıca Papa X. Leo’nun Osmanlılara karşı sefer yapılması amacıyla çalışmaları olduğu da bilinmektedir. Papa, Osmanlı’ya karşı ittifak yapma amacıyla İspanya, Avusturya, Fransa ve İngiltere devletleriyle görüşmekteydi. Donanmadaki hazırlığın esasen, olası bir Haçlı Seferi’ne karşı denizde de üstün olmak amacıyla yapılmış olması olasıdır.
Bir kısım devlet ileri geleni de Rodos’un fethi konusunda Sultan Selim’i teşvik ediyordu. Ancak Selim adanın zaptı için hazır bulunan dört aylık levazımı yeterli bulmamıştı. Daha önce Fatih Sultan Mehmed tarafından da kuşatılan Rodos’un, fethedilmesinde yine başarısız olunmasını istemediğinden dolayıdır ki Sultan Selim çok daha iyi hazırlanılması emretmiştir.
Yavuz Sultan Selim, donanma faaliyetleriyle beraber yapacağı seferin yönü hakkında kesin kararı vermeden önce Edirne’ye gitmeye karar vermiştir. Mısır Seferi’nde sonra Batı Seferi’ne başlamak amacıyla Veziriazam’ı Kapıkulu askerleriyle Edirne’ye göndermiş, sonra kendisi de 2 Şaban 926/Ağustos 1520’de Edirne’ye doğru yola çıkmıştır.
5)VEFATI:
I. Selim’in Edirne yolculuğuna çıkmadan birkaç gün önce saray bahçesinde gezinirken sırtında bir ağrı olduğu ve diken gibi bir şeyin canını acıttığını nedimi Hasan Can’a söyler. O da müsaade isteyerek yarayı kontrol eder fakat elle yapılan yoklamada bir şeye rastlayamaz ve Sultan’ın ağrısının devam etmesi üzerine sırtını açarak bakar ve kılların arasında ucu beyazlamış bir sivilce görür. Padişah bunun sıkılıp patlatılmasını ister. Fakat bunun tehlikeli olabileceğini söyleyen Hasan Can’a, bugün Sultan Selim ile ilgili menkıbe haline gelen cevap gelir; “Biz çelebi değiliz ki küçük bir çıbandan dolayı cerraha başvuralım”.
Ertesi gün hamama giderek tellağa sivilceyi sıktıran I. Selim’in acısı değil dinmek işte bu hadiseden sonra daha da artar. Bunun bir sivilceden öte veba uru olma ihtimalinin yüksekliğini vurgulayan Feridun Emecen, “Onun Edirne’ye hareketi Batı’ya karşı çıkacağı bir seferin habercisi olarak kaynaklarda yerini almışsa da bu sırada İstanbul’da çıkan veba salgını dolayısıyla dinlenmek ve hastalıktan kaçınmak için buraya hareket etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Padişahın veba hastalığından etkilendiği söylenebilir, omuzu arasında çıkan bu urun da veba yumrusu olma ihtimali vardır. Yol esnasında giderek ur büyümeye başlamış ve padişahın ıstırabı daha artmıştı. İstanbul’dan getirilen hekimler buna bir türlü çare bulamadı. Yaraya zift yakısı konulmuş, fakat faydası olmamıştı. Çorlu yakınlarında Sırt köyüne gelindiğinde artık hareket edebilecek durumda değildi ve zaruri olarak burada konaklandı. Hekimlerin müdahalesine rağmen hastalığı giderek artan padişah burada 2 ay süreyle tedavi gördükten sonra 22 Eylül 1520’de sabaha karşı nedimi Hasan Can’a okumasını söylediği Yasin suresini tekrarlarken geldikleri “selam” ayetinde ruhunu teslim etmiştir”.
KAYNAKÇA:
1)www.wikipedia.org
2)Türk Diyanet İşleri Vakfı İslâm Ansiklopedisi
3) www.beyaztarih.com